Türk'ün 1500 Yıllık Orta Doğu Macerası ve Çöldeki Osmanlı [Ömer Sağlam]

Bu gruba ait tüm sitelerde yayınlanan makaleler, hiçbir dönemde sansür edilmemiştir. Ayrıca Nisan 2012′den
beri de redakte edilmemekte; doğrusu ve yanlışıyla eser sahibinin gönderdiği özgün hâlde yayınlanmaktadır.
Türklerin Anadolu'ya gelişini 1071 ile başlatanlar yanılıyorlar. Türkler, Anadolu'ya çok daha eski tarihlerde gelmişlerdir. Çok daha önceki çağlara gitmeye gerek yoktur; mesela Hunlar, M.S. 4. yüzyılın sonlarında Kafkasya üzerinden gelerek yıldırım hızıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerinden Suriye ve Mısır'a kadar gitmişler, aynı hızla ve geldikleri yolu takip ederek Orta Asya'daki anayurtlarına dönmüşlerdir. Bu askeri harekat sırasında, çeşitli sebeplerle bazı Türk bakiyelerinin bu coğrafyada kalmadıklarını herhalde hiç kimse iddia edemez.

Bununla birlikte Türklerin, isimleriyle, cisimleriyle, kültürleriyle, örf ve adetleriyle Orta Doğu coğrafyasında yerleşik olarak yer almaları, hemen hemen İslamiyet'in doğduğu yıllara isabet eder. Zira Hz. Peygamber'in zuhur ettiği yıllarda Mekke'de az da olsa Türk kökenli insanlara rastlanmaktadır ki; Süreyc ailesi bu ailelerden sadece birisidir. Daha önceki yazılarımızda tafsilatlı olarak anlattığımız gibi İslam'ın ilk kadın şehidi Sümeyye (R.A) de aslen Türk kökenli bir muhterem hatundur.

Türklerin, yoğunlukla Ortadoğu coğrafyasında görüldüğü yıllar ise genelde Arap İslam ordularıyla İran'daki Sasani İmparatorluğu orduları arasındaki savaşların cereyan ettiği yıllara rastlar. Çünkü o sırada tabiri caizse Sasani Ordusu'nun vurucu gücünü Türkler oluşturmaktaydı. Mesela II. İslam Halifesi Hz. Ömer döneminde olmak üzere 642 yılında Araplarla-İranlılar arasında vuku bulan Nihavent Savaşı'nda Araplar, Sasani ordusu içinde bulunan Türkleri yakından tanımışlar ve onların gerek ok atma yetenekleri, gerekse ata binme konusundaki maharetleri karşısında hayranlıklarını dile getirmekten kendilerini alamamışlardır. Arap Müellifi El-Câhiz'in "Fedâil'ül Etrak-Türklerin Faziletleri" isimli kitabı bu tür övgü dolu tespit ve anlatılarla doludur.

Bu arada Emeviler ve Abbasiler döneminde Arap İslam Orduları, Türkistan cihetinde çeşitli seferler düzenlemişler ve bu seferler sırasında karşılarında kaya gibi duran Türk ordularını bulmuşlardır. Ki; Türkler, 10. yüzyılın ortalarına kadar, yani İslamiyet'i gönüllü olarak ve geniş kitleler halinde kabul edinceye kadar yaklaşık 300 sene Arapların Asya içlerine kadar ilerlemelerine ket vurmuşlardır. Bu sebepledir ki; Arap orduları, bu çetin güce karşı bazen son derece acımasız davranmış ve soykırım denilebilecek yöntemlerle Türklere karşı kıyım hareketlerinde bulunmuşlar, ayrıca Türk yurtlarındaki bütün zenginliklere el koyarak, kendi ülkelerine nakletmişlerdir. Bu Arap kumandanlarından birisi de ne yazıktır ki; III. İslam Halifesi Hz. Osman'ın oğlu Sait'tir, Yani Sait Bin Osman. Sait Bin Osman'ı Türkistan'a sefer düzenleyen benzeri ırkçı Emevi kumandanlarından ayıran şey, onun özellikle Türklerin hükümdar ve hanedan mensuplarını hedef almış olmasıdır. Türkistan dönüşünde Türklerin hakan soyuna mensup prens ve prenseslerle, Türklerin ileri gelenlerinin çocuklarından oluşan binlerce genci zorla getirip Medine'deki çiftliğinde istihdam eden Sait Bin Osman, bu prens ve şehzadelerin gerçekleştirdiği bir ayaklanma ile katledilmiş, ancak Emeviler de bu Türk hanedan mensuplarını topluca katliama tabi tutmuşlardır.

Araplar, çoğu çapul ve ganimet amacı taşıyan Türkistan seferleri sırasında sayıları bazen onlarca bine ulaşan Türk gençlerini de beraberlerinde getirerek çeşitli işlerde çalıştırmışlar, bu arada onların savaş yeteneklerini bildikleri için kendilerini orduya almışlar ve bu askerleri, daha çok Bizans sınırında, yani Anadolu boylarında istihdam etmişlerdir. Türkler, bu durumu kendileri için fırsata çevirmişler ve kısa sürede ordu içinde temayüz ederek önemli görevlere gelmişler ve hatta Abbasiler döneminde İslam Ordusu'nu büsbütün ele geçirmişlerdir. Dahası, bu şekilde Arap Ordusu'nda istihdam edilen kumandanlar arasından kendi isimleriyle başlı başına devlet kuranlar bile çıkmıştır ki; Tolunoğulları, İhşidoğluları, Eyyubiler ve Memlükiler bu şekilde kurulan devletlerden sadece birkaçıdır.

Dolayısıyla; Türklerin kitleler halinde genelde Orta Doğu'ya, özelde de Anadolu'ya gelmeleri 1071'den çok daha önceki tarihlerde vuku bulmuştur. Bizim kanaatimize göre; Selçuklu Ordusu'nun Bizanslılara karşı başarılı olmasının en önemli sebeplerinden birisi de, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin, Emeviler ve özellikle Abbasiler döneminden itibaren zaten Türkleşmeye başlamış olmasıdır. Yani Selçuklular, kendilerinden belki de yüz yıllar önce bölgeye gelmiş olan bu Türk nüfustan geniş ölçüde istifade etmişlerdir. Özellikle ordunun iaşesi ve kılavuzluk hizmetlerinde bu soydaşlarından faydalanmışlardır. Balkanlar üzerinden gelip Bizans ordusu içinde savaştırılmak üzere Malazgirt'te getirildiklerinde karşılarında kendi soydaşları olan Selçukluları gören Uz ve Peçenek Türklerinin, Bizanslıları terk ederek Selçuklu Ordusu'nun saflarına geçmeleri, bizde böyle bir kanaatin uyanmasına sebep olmaktadır.

Çöldeki Osmanlı
Ancak Türkler ve Orta Doğu deyince akla ilk gelen Osmanlı İmparatorluğu'dur. Çünkü Türkler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde tam 400 sene boyunca bu geniş coğrafyayı şu ya da bu şekilde tek başlarına yönetmiş bir millettir. Bu 400 senenin son yüzyılına kadar da kayda değer herhangi bir zafiyet yaşanmamıştır bu konuda. Gelin görün ki; özellikle Birinci Cihan Harbi sırasında yaşanan bazı olaylar ve hassaten "Arap İhaneti" olarak adlandırılan hadiseler, bu 400 senelik geçmişi bir anda gölgede bırakmış bulunmaktadır.

Çünkü askeri stratejistler, “Eğer Yemen isyanı olmasaydı Balkanlar, Hicaz isyanı olmasaydı Filistin ve Suriye elimizden çıkmazdı” şeklinde bir ortak kanaate sahiptirler. Yani Yemen ve Hicaz'da başlatılan Arap isyanları, Osmanlı'yı bu derece etkilemiş bulunmaktadır. Bu isyanlarda on binlerce Anadolu evladı, şehit olarak asil kanlarıyla gri kumlardan oluşan Arap çöllerini kırmızıya boyamışlardır. Arap çöllerini kırmızıya boyayan şehitlerden birisi de benim Merhum Dedemdir. İşte bu durum, benim konuya ilgi duymama sebep oldu ve bu konuda 2003 yılında "Çöldeki Osmanlı ve Kavm-i Necip/Türk-Arap İlişkilerinin İçyüzü" isimli bir kitap yayınlayarak, Arap çöllerinde şehit düşen ecdadın aziz hatırasına bir nebze de olsa sahip çıkmaya çalıştım.

Kendi özel imkanlarımla gerçekleştirdiğim ve 380 sayfa tutan kitabın ilk baskısı, kısa zamanda tükendiği için gelen talepleri karşılayamıyordum. Hatta Anadolu'da bazı üniversitelerden kitabımızın "Ders Kitabı" olarak okutulması yönünde bazı talepler geliyor, fakat ben onu da karşılayamıyordum.  Bu durum beni ziyadesiyle üzüyordu. Aradan tam 11 sene geçmişti ki; bu senenin Ramazan Ayı'nda bir iftar programında "Himalaya Yayınları"nın genç yetkilisi Sayın Şevket Talha Apuhan ile karşılaştım. Daha doğrusu, yazarı olduğum "haberiniz.com.tr" internet sitesinin Genel Yayın Yönetmeni de olan sevgili ağabeyim Behcet Kemal Gürsoy tanıştırdı kendisiyle. Ondan sonra da gerisi geldi.

Şevket Talha Apuhan ve Dağhan Özdemir'in gayretli çalışmalarıyla kitap kısa sürede "Çöldeki Osmanlı" adıyla hem de 600 kocaman sayfa olarak yayınlanmış bulunuyor.  Zira 2003 yılından bu yana kitap üzerinde en az ilk baskıya harcadığım kadar emek harcayarak kitabı genişletmiştim. Kitap, şu anda internet üzerinden satışa sunulmış bulunmaktadır. Kısa sürede raflardaki yerini de alacağını tahmin ediyorum. Bu sebeple kitabın yayınlanmasında emeği geçen dostlarıma en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. İsterseniz gelin kitabımızda da yerini bulan pek çok ilginç ve acıklı hikayeden birkaçını hep birlikte bir kez daha okuyalım.

Falih Rıfkı Atay "Zeytindağı" isimli şaheser kitabında Gazze muharebelerini şöyle tasvir eder:
"Artık Gazze’de, Filistin cephesinde savaşıyoruz. Çöl, İngilizlerin elindedir. Kuyular, kanallar, portatif yollar, Birûssebi, Hafir, kum üstündeki bahçeler, hepsi kim bilir kaç ton altın ve gümüş, serap gibi söndü gitti. Askerimiz o kadar az ki, yan yana siperlerde oturan iki tümenin arasında Urban gelen geçeni soyuyor. İki tarafında öldürecek adam bulamayan İngiliz tankı, bir demir iskelet olmuş, Filistin güneşinin altında yanıyor. Cephemiz susuz, kuru ekmek ve benzini güç yetiştiriyoruz. Arkasını çöle veren İngiliz ordusu ise, siperinde musluktan Nil suyu içiyor... Gazze’den, derin derin top sesleri geliyor. İngiliz gülle ve bombaları Osmanlı İmparatorluğu tacını parçalıyordu".

Aynı kitabın bir başka yerinde ise bir Türk Askerine ait buluntu not defterindeki şu notları naklediyor Falih Rıfkı Atay:
"İngilizler refah içinde, biz değiliz. Onlar sağlam, iklime göre yapılmış esvaplarıyla, her gün tam yem alan güzel atlarıyla, lüzumsuz ölümler için ön saflara atılmış müstemlekât (sömürge ülkelerinden topladıkları) askerleriyle geliyorlar. Biz bazen kış, bazen yaz esvabı giyiyoruz. Atlarımız zayıf, adedimiz az ve her ölen neferi yüreğimizden veriyoruz. Ölen, eskiyen, yırtılan her şey, canımızdan, memleketimizden bir şey... İngilizler öyle mi? Hiçbir ziyan yok ki, biz kolayca yerine koyabilelim ve onlar koymasınlar... Sana başka ne yazayım? Bu kumla biraz ötedeki kumun farkı yok ki, zapt etilmiş şehirlerden, araziden bahsedeyim. Çöl nankör bir şeydir, muharebe kumun bazı yerlerini kanla çamur etmekten başka bir iz bırakmıyor".

Çöl Tayını
Cemal Paşa da savaş sırasında emir subaylığını yapan Falih Rıfkı Atay’a bu konuda iştirak eder. 15 Ocak 1915 günü başlayan Birinci Kanal Seferi’ni anlatırken şu değerlendirmelerde bulunur; "8. Kolordu diyordu ki: Erler ve zabitler için nizami iaşe maddelerinin çölde nakli ve Kanal önüne kadar götürülmesi mümkün olamayacağından 'Çöl Tayını' adını verdiğimiz bir iaşe maddesi listesinin kabulü lazımdır. Bu liste uyarınca er ve zabitler çölde verilecek iaşe maddelerinin ağırlığı bir kiloyu geçmeyecekti. Nevileri ise peksimet, hurma ve zeytinden ibaretti. Bütün erler ve zabitler günde yalnız bir matara su sarf edeceklerdi... Bu 1. Kanal Seferini yapmış olan Osmanlı kuvvetini teşkil eden zabitler ve erlerin gösterdiği çalışmalar ve fedakârlıklar cidden her türlü takdirlere layıktır. Bin türlü mahrumiyetlere katlanarak toplarını ve özellikle kanalı geçmek için kilometrelik bir kum deryası içinde nakletmeye çalışarak ilerleyen bu kahramanları saygıyla anmak benim için en kutsal bir görevdir..."

Cemal Paşa’nın sözünü ettiği “Çöl Tayını” konusuna, o sırada Cemal Paşa’nın kumandanı olduğu 4. Ordu’nun Harekât Şubesi Müdürü olan Ali Fuat Bey (Erden, sonra orgeneral) de değinmektedir. Ancak o, adını vermeden değiniyor konuya. Birinci Kanal Harekâtını anlatırken “Yiyecek oldukça yeterliydi” şeklinde kinayeli bir ifade kullandıktan sonra şöyle devam ediyor sözlerine:
“Kocaman bir peksimet. Avuç dolusu hurma. Biraz şeker. Birkaç gram çay. Peksimet son derece gelişmişti: Önce hafif ıslatılmış, sonra külde ısıtılmış yumuşatılmış, kabartılmış, şahrem şahrem çatlamış, nefis ve iştah açıcı bir kimlik ve nitelik kazanmıştı. Böylece madeni bir tabağı azamet ve ihtişamla dolduruyordu. Ve ayrı bir kap yemek sanılırdı. Hurma, hem yemekti hem tatlıydı (biraz su ve çalı çırpı ile komposto yapılabiliyordu); hem de yemişti; kuru yemiş. Çay çoğu zaman pişirilmiş ve şekerliydi (yani bazen soğuk su ile hazırlanmış ve şekersiz olurdu). Sina çölünde çay pişirecek, peksimet ısıtacak, hurmayı komposto yapacak kadar çalı, çoğu kez bulunurdu. Bu besin uzun zaman için yetmeyebilirdi. Fakat biz kısmen de maneviyatla doyuyor, besinimizi onunla tamamlıyorduk…”.

Devenin Başı
Alpay Kabacalı, alıntı yaptığımız yazısında Ali Fuat Erden’den yukarıdaki bilgileri aktardıktan sonra “Bir de devenin başı öyküsü var” diyor ve devam ediyor:
“Bir düzine öküzle çekilemeyen tombaz (bir çeşit mavna) arabasının çekilmesine yardım eden istihkâm mangası erleri çölün ortasında durup ateş yakmışlar. Ateşin üzerinde karavana… Çölde yemek pişirilmediği için ne yaptıklarını sorar Ali Fuad Erden: -Hayatından ümit kesilmiş bir devenin başını kasaturayla kesip etraftan topladıkları çalı çırpıyla ateş yakmışlar; mataralarındaki suyu karavanaya dökmüşler, deve başını pişiriyorlarmış. Deve başının pişmesini biz de beklemeye başladık. Kendilerine durup dinlenme olanağını bağışlayan bu bekleyişten öküzler de yararlanıyorlardı. Ordu karargâhı da şu programda olmayan molayı bu deve başına borçluydu. Herkes memnundu. Ancak deve başı bir türlü pişmiyordu. Oysa sabah olmadan tombazı yerine yerleştirmek gerekiyordu. Uğrunda o kadar emek harcanan karavana, manga komutanının emriyle devrildi. İstihkâm askerleriyle öküzler, ağır tombazı derin kum dalgaları üzerinde ve düşman ışıldaklarının ışığı altında çekmeye başladılar. Hem deve başı pişmemiş, hem mataralardaki su harcanmıştı. Bu büyük hayal kırıklığıydı. Mısır seferinde hayal kırıklığı mı eksiktir?-”.

Bunlar ve daha fazlası "ÇÖLDEKİ OSMANLI" isimli kitabımızda yerini almış bulunmaktadır.

Saygılarımla
Ömer Sağlam

İsteme Adresleri
1) http://www.inkilap.com/omer-saglam/coldeki-osmanli.htm 
2) http://www.dr.com.tr/Kitap/Coldeki-Osmanli//Arastirma-Tarih/Tarih/Osmanli-Tarihi/urunno=0000000616967 
3) http://www.n11.com/coldeki-osmanliomer-saglam-P33270320 
5) http://www.idefix.com/kitap/coldeki-osmanli-omer-saglam/tanim.asp?sid=MEVXEF16GO8OEM2TLMC2 

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN