Seni Kimler Keşfetsin? [Günay Tulun]

Tarihi anlatmak, Vikipedi veya Wikipedia’dan bir şeyleri aparıp yayınlatmakla olmuyor. Amerika hadisesi gündeme düştüğünden bu yana isminin başında profesör, doçent gibi akademik unvanlarla edebiyatçı, yazar gibi saygın mesleklerin oturduğu bir dolu insanın bu yolu seçtiğini gördüm. Bilim ve yazın dünyamız için utanılacak olay. Kusura kalmasınlar ama zaten şüphelenirdim, bu algım iyiden iyiye güçlendi.

Bir de vıcık vıcık yağ kokan, ama belli kesimlerce aliyyülâlâ olarak tanıtıldıkları için saygın işler yaptıklarını sandığımız insancıklar var. Ağızlarından çıkan harfler bile etrafa yağ sıçratıyor.
İnsanlık adına, insanlık onuru adına onlardan da utandım.Yüzlerini gördükçe tiksindim, içim bulandı.Onlarsa hiç utanmadan yağ kaçırmaya devam ediyorlar.Yapacak bir şey yok. Contayı yakmışlar bir defa, iflah olmuyorlar.

Amerika’nın keşfi hadisesi de bugün ya da geçmişte, bu tür insanların başrollerini oynadığı iğrenç bir komediden başka bir şey değil.
Bu yazıyı okumaya devam ettikçe onlarla da tanışacaksınız.
İlk bölümde sahneye çıkıyorlar zaten.
Perdeyi açıyorum: 

Açtım!
Sahnedeki Rolü Vespucci Kapıyor 

Anlaşılan o ki, Kolomb; 1498 yılında yaptığı üçüncü sefere kadar kıta Amerika’sına çıkamadan yakın adalarda turlayıp durmuş. Nereye vardığını bilmeyen, nerede olduğunu anlayamayan, ölüm anında bile hâlâ “Hint Adaları”na gittiğini sanan bir insandan, olsa olsa hayal dünyasının kâşifi olur. Bazı İberikliler; Kolomb’un ününün haksız olduğunu, bu ihtiraslı Cenovalının altın ve ün uğruna yerlileri katlettiğini söyler.

Pinta’nın ikinci kaptanı Francisco Martín, Pinta’nın kaptanı Martín Alonso ve Niña’nın kaptanı Vicente Yañez yani Pinzón Kardeşler olmasa avucunu yalayacağını da anlatırlar. Hatta Kolomb’un seferden payına düşen kısmı vermemek için Martín Alonso’yu öldürttüğünü de…

Ölmüşün ardından kötü söz etmekten hoşlanmam ama “Kristofus Kolombus, tam bir piçkus kurukus”muş…

“Ölüm anında bile hâlâ Hint Adalarına gittiğini sanan bir insan kâşif olamaz.” demiştim ya, olamadığı için de bu unvanı Amerigo Vespucci kapmış. Varılan yerin yeni bir kıta olduğunu anlayan Vespucci, ikisinin hiç yapılmadığı iddia edilen dört seyahata çıkmış. Şaibe kokan o iki seyahat nedeniyle sahtekâr damgası yemesine rağmen, ön plana çıkmayı da becermiş. Gidilen yerin yeni bir kıta olduğunu anlayıp bunu duyurması ve “Yeni Dünya, Mektuplar” adı verilen iki mektubuyla keşif hakkında bilgiler vermesi, onu Kolomb’un önüne geçirivermiş. Heyecan yaratan bu iki mektup, Avrupa’nın tüm ilgisini toplayıp, Vespucci’yi gündemin başına oturtmuş. Lütfen dikkat: Mektupları Vespucci yazmadı iddiaları da var. Hem de yenir yutulur dozda değil.

1497, 1499, 1501-1502 ve 1503-1504 yıllarında yaptığını söylediği deniz aşırı seferlerden 1497 ve 1503-1504 yıllarındakine “Yapılmamıştır, yalandır; ün avcılığı için uydurulmuş sahte seyahatlerdir!” itirazları yapılmış. Eğer 1497 seyahati gerçekse kıta Amerika’sına ancak 1498’deki üçüncü seferinde ayak basabilen Kolomb’un önüne bir kez daha geçmiş olur. Aynen John Cabot gibi…


Keşfedildi Denilen Amerika Hangisi? 
Keşif işinde bir sakatlık daha var. Amerika’yı keşfettiği söylenenlerden hangisi, hangi Amerika’yı keşfetti; “Kuzey Amerika”yı mı yoksa “Güney”i mi? Hep derim ya, ikisi de birbirinden farklı devasa kıtalar.
Öyle ya da başka türlü… 

Bugün, Amerigo’nun adını iki kıta birden taşımakta… 
Kuzey Amerika, Güney Amerika…

Lagenaria Siceraria ve Lagenaria Vulgaris
Bir de bitkiler konusu var. 

Rapa Nui ile arkeolojik açıdan kendisine çok benzeyen Kūki ‘Āirani‘de Güney Afrika kökenli bir asmakabağının Amerika’ya özgün tarzda evcilleştirilmiş bir türü bulunmuş. Lagenaria Siceraria ya da Lagenaria Vulgaris olarak adlandırılan bu kabak türünün kalıntıları üzerinde yapılan 14C uygulaması, Kolomb doğmadan bin küsur yıl öncesini göstermiş. Kabak Güney Afrika’dan yola çıkmış, Amerika’ya varıp kendisini evcilleştirmiş, sonra da Rapa Nui’ye doğru hareket mi etmiş?
E, bu ne demek şimdi?

Patates ve Radyo Karbon
Avrupalılar; Pasifik’teki Polinezya grubuna dahil Rapa Nui adası -ki diğer adları Easter, Pascua, Paskalya’dır- ile Yeni Zelanda’ya dahil Kūki ‘Āirani -ki diğer adı Cook’tur- Takımadalarına ilk kez çıktıkları zaman, patatesle karşılaşırlar. Tohumundan değil de yumrusundan, yani bizim patates dediğimiz o yuvarlak cismin ta kendisinden yetiştirilebilen patatesin, doğal yollarla adaya gelme ihtimalini botanikçilerin çoğu reddediyor. Reddin nedeni, yumruların, okyanusa rağmen tohum ve sporlar gibi rüzgârlarla taşınabilme ihtimalinin olmaması ve patates ekiminin ancak insan eliyle yapılabilmesi… Buralarda yetiştirilen patatesin, Amerika’daki gibi ehlileştirilmiş tatlı patates olması da bu tezi destekliyor. Patates kalıntıları üzerinde yapılan “Radyo Karbon” ölçümleri Rapa Nui’yle direk teması doğrular ölçüde, yüzlerce yıl öncesini gösteriyor.

Yemek mi Yapılacak, Asmakabağıyla Patatesin Anlamı Ne?

Ne olacak, Amerika’nın zaten keşfedilmiş bir ülke olduğu…
Bunun kabul görmesi için Kolomb, Vespucci ya da bir başka Avrupalının ayakkabısının değmesi mi gerekir? Değmezse keşifler sayılmaz mı?
Öyle bir kural var da haberimiz mi yok?
Yok zahir!

Yağ Kokulu Şakşakçılar 

Recep Bey “Amerika, cami, Araplar” dedi ya, şakşakçılar hemen faaliyete geçti. Bartolomé de las Casas, “Kolomb”un “Bir dağ gördüm, dağın üzerinde sevimli bir camiye benzeyen ufak bir tepecik var” sözlerini kullandığını belirtmiş. Cami değil; bir tepenin, cami kubbesine benzetilmesi nedeniyle tasvir için söylenmiş bir söz. Üstelik de o yer Küba’da değil, San Salvador Adası’nda… İşin hepsi bu!

Mustafa Armağan, Kolomb’la ilgili kitaptaki bu satırı alıp defalarca okuyarak, “Bakın ben söylemiyorum, adam söylüyor” sözleriyle sanki orada camiye benzer bir tepe değil de cami varmış intiba oluşturmaya çalışıyor. Turgay Güler de sürekli çanak, çömlek tutuyor…

Olayın geçtiği sahne, Ülke TV; program, Sıra Dışı; moderatör, Turgay Güler… Katılanlarsa demirbaş konuk Mustafa Armağan, Yeni Şafak gazetesinden Yusuf Kaplan ve Prof. Dr. Zekâi Şen…

Güler’in, Atatürk hakkında çirkin sözlerin söylendiği programları ürettiği kalmış aklımda. Yanılıp günahlarına girmekten de korkarım ama ondan ve Armağan’dan başka şey beklemem zaten. Kolomb ve Vespucci’yle iyi uyuşmuşlar demekten başka söylemim olmayacak. İnsanların, televizyon yoluyla topluma yalan yanlış birçok bilgiyi pompaladığını gördüm ama bu kadarına da pes!

Dikkat ederseniz; Avrupalı, Arap, Çinli, Malili bile var da yüzyıllarca Amerika’nın hemen karşısında yurtlanmış Türklerin Amerika’yla ilgisi yok. Batılı ve Arap yazarlar bizimkileri dikkate almadıkları gibi Türk pasaportlu Arapçı yazar ve televizyoncular hiç mi hiç almıyorlar. Gamları kasvetleri artık normal denen çizgiyi çoktan aşan Arap aşklarıyla Türk ve Atatürk düşmanlığı… Türk ya da Atatürk dedin mi hemen ayaklanıveriyorlar. Neymiş efendim? Türk yokmuş Müslüman varmış! 


Bire aymaz! Türk’e duyduğun hınç yüzünden Allah’ın seçimine de karşı çıkmaktasın. Yüce Allah; “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, Allah’a en çok saygı duyanınızdır. Allah her şeyi bilendir; her şeyden haberdar olandır.” demiyor mu? O’nun, millet ve kabilelere ayırmasına itirazın mı var?

Keşif mi Döngü mü?
Arap dedim ya, keşif sözcüğünün de Arapçadan geldiğini söylemeliyim. Birkaç anlamı var ama konumuza denk düşen anlamları “Var olduğu bilinmeyen bir şeyi bulmak, var olduğu bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak”… O dönemde bile tahminen milyonlarca insanın yurt edindiği, yanı başında başka kıta ve ülkelerin olduğu bir yer nasıl keşfedilir? Varlığını bilmediği yere giden biri, oranın kâşifi mi olur?Yani şimdi ben, siz veya bir başkası; varlığından haberdar olmadığımız, adını hiç duymadığımız bir ülkeye gitseydik, keşfetmiş mi olacaktık! Örneği çoğaltalım mı? Ankara, Samsun, Erzurum desek? Hı?..
Anlaşılan, bu Amerika’nın keşfi sonsuza dek sürecek!..

Amerika; bence, bu yazıda saydığım isimlerden hiç biri tarafından keşfedilmedi. Yok yere büyütülen bu olay, bazı toplumların unutulmuşu hatırlamasından başka bir şey değil. Unutulmuş hatırlanırken özellikle etraf yaygaralarla çınlatıldı. Çünkü daha birkaç yıl önce Türkler İstanbul’u almış ve Avrupalıları ikinci sınıf beceriksiz milletler topluluğu konumuna iteleyivermişti. İşin içine Haçlı kafasını da yerleştirdiniz mi ne kadar etkilendiklerini görürsünüz.

Ne demiştim: “Amerika; bence, bu yazıda saydığım isimlerden hiç biri tarafından keşfedilmedi.” Yalnız yerli malı dincilerimizin keşfettiği bir kıta var ki ona hiç kimsenin itirazı olamaz. O kıtanın adını yine onların eşsiz telaffuzlarıyla açıklıyorum:
Amarika!…



Günay Tulun İsimlik Fotosu-1 Günay Tulun

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN