Tarihimizde, Atatürk'ün din düşmanı olarak gösterilmesine
sebep olan bazı hadiseler de bulunmaktadır. Yazı dizimizin bu ve bundan sonraki
bölümlerinde bu olaylardan bazılarına yer vermeye çalışacağız.
1-
Atatürk'e ve İnönü'ye karşı sert muhalefet gösteren ve
dini-muhafazakâr yanı ağır bastığı için halkın milli mücadeleye inandırılması
ve düşman propagandalarının etkisiz hale getirilmesi amacıyla meclis tarafından
oluşturulan "İrşad Encümeni"'nde de görev yapan Trabzon
Mebusu Ali Şükrü Bey'in, 27 Mart 1923 günü Topal Osman tarafından öldürülmesi
ve böylece aynı düşüncede olanlara bir anlamda gözdağı verilmiş olması, dindar
ve muhafazakâr toplum kesimlerinde gözle görülür derecede rahatsızlık yaratmış,
bu suikast Mustafa Kemal ve arkadaşlarının üzerine yıkılmaya çalışılmıştır.
Muhafazakâr bir yapıda olan Ali Şükrü Bey, mecliste, Mustafa Kemal'in önderliğindeki
Birinci Grup'a muhalif milletvekillerinin toplandığı İkinci Grup'un liderlerinden
birisiydi. 28 Nisan 1920’de içki yasağı konusunda meclise yasa teklifi vermiş
ve yasalaşması için büyük çaba sarf etmiştir. İkinci grubun
görüşlerini açıklamak ve yaymak üzere; Mustafa Kemal'in Hâkimiyeti Milliye gazetesine
karşı Tan gazetesini yayınlamaya başlamıştır. 68 sayı
çıkabilen gazetenin hemen hemen tüm başyazılarını Ali Şükrü Bey yazmıştır.
Hilafetin kaldırılmasına karşı çıkmıştır. 27 Mart 1923 günü Mustafa Kemal'in
özel muhafız alayı komutanı olan Topal Osman tarafından
öldürülmüştür.
Oysa Mustafa Kemal'in bu suikasta karşı olduğu, onun Ali
Şükrü Bey'i katleden Topal Osman'ın yakalanarak yargılanması yönünde emir
vermesinden, Topal Osman ve adamlarının (herhalde Mustafa Kemal Paşa'yı
katletmek için) Çankaya köşkünü basıp önlerine çıkanı tepeleyip öldürmelerinden
ve bu baskını tahmin eden Mustafa Kemal Paşa'nın, köşkü terk ederek o sırada
Başbakan olan Rauf Orbay'ın dairesine geçmesinden, ayrıca meclisin oy birliği
ile almış olduğu idam kararını uygulayarak, cesedin gömüldüğü yerden
çıkarılması suretiyle meclisin bahçesinde asılmasına rıza göstermesinden de
bellidir.
Topal Osman ve adamları ise teslim olmayarak, güvenlik
güçleriyle çatışmaya girmiş 1 Nisan 1923 günü Ankara'nın Ayrancı semtinde
Papazın Bağı denilen mevkideki evinde yaralı olarak ele geçirilmiş, ancak
hastaneye götürülürken o sırada Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nda Tabur
Komutanı olarak görev yapan Yüzbaşı İsmail Hakkı Tekçe'nin emriyle başından
kurşun yağmuruna tutularak öldürülmüş ve Çankaya sırtlarında bir yere
gömülmüştür. Mecliste, oy birliği ile Ulus meydanında idam edilmesi kararı
alınmış, ancak mezarından çıkarılan ceset, (muhtemelen başı parçalandığı için)
başından asmak mümkün olmayınca meclisin bahçesinde ayağından asılmış,
kardeşlerinin başvurusu üzerine cesedi memleketi Giresun'a götürülmüş, 1925
yılında Mustafa Kemal'in Giresun'u ziyareti sırasında, herhalde geçmişte yapmış
olduğu önemli hizmetler dikkate alınarak vermiş olduğu emirle ve masrafları
bizzat Gazi'nin özel bütçesinden karşılanmak kaydıyla Giresun Kalesi'nde
yaptırılan anıt mezara nakledilmiştir.
Topal Osman'ın, yaralı olarak ele geçirildiği halde tedavi
edildikten sonra yargılanmak yerine Yüzbaşı İsmail Hakkı Tekçe'nin vermiş
olduğu emirle bir nevi yargısız infazla katledilmesine karşılık, İsmail Hakkı
Tekçe'nin yargılanmak yerine önce Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutan
vekili, arkasından da bu alayın komutanı yapılması ve rütbece yükseltilmesi,
ayrıca Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle kendisine anıt mezar yapılması,
muhafazakar toplum kesimlerinde, Ali Şükrü Bey cinayetinin maksatlı olarak
işlendiği ve arkasından üstünün örtüldüğü şeklinde yorumlanmıştır. Bizim
kanaatimize göre de; Ali Şükrü Bey cinayetinin üzeri sanki bir miktar örtülmüş
gibidir. Gelin görün ki; dönem Anadolu İhtilali'nin en hararetli anlarını
yaşadığı nazik bir dönemdir ve ihtilallerin mantığında ölmek ve öldürmek zaten
vardır(1).
2-
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Kapatılması: 17
Kasım 1924 günü K.Karabekir, A.Fuat Cebesoy, R.Orbay, R.Bele, A.Adıvar gibi
isimler tarafından bu partinin Rauf Orbay gibi bazı temsilcilerinin, cumhuriyet
ile ilgili eleştirileri ve parti kurulduktan kısa bir süre sonra bazı rejim
muhaliflerinin parti etrafında toplanması ile beraber dini duyguların
propaganda olarak kullanılması ve Şeyh
Said İsyanı'nın patlak vermesi sonucunda partinin kapatılması, dini
çevrelerde hoş karşılanmamıştır. Gelin görün ki; bütün bunlara rağmen partinin
kurucuları arasında yer alan ve tarihimizde "Hamidiye
Kahramanı" olarak da ün yapan Hüseyin Rauf Orbay, yine de
yiğitlik ve kadirşinaslık göstererek, Atatürk'ün büyüklüğünü kabul ve itiraf
etmek zorunda kalmıştır. Son yıllarda nedense, Atatürk aleyhine olacak şekilde
konuşmalar yapmayı kendisine şiar edinen Yavuz Bülent Bakiler'e göre;
Hüseyin Rauf Orbay, sonraki yıllarda diğer arkadaşlarına şöyle demiştir: "Biz
olmasaydık, Mustafa Kemal bu işi başarırdı. Ama o olmasaydı, biz bu işi yapamazdık."(2).
3-Şeyh
Sait Olayı: Nisan-Mayıs aylarında olmak üzere 1925 yılında patlak veren
ve silah zoruyla bastırılan, arkasından da aralarında Şeyh Sait'in de olduğu 48
elebaşının 28 Haziran 1925 günü idam edilmeleri, bazı dini çevrelerde hoş
karşılanmamıştır. Mesela Necip Fazıl Kısakürek, Şeyh Sait'i din adamı ve
dolayısıyla "Din Mazlumu" olarak değerlendirir "Son
Devrin Din Mazlumları" isimli kitabında.
4-
İskilipli Atıf Hoca'nın İdamı: 4 Şubat 1926 tarihinde
idam edilen İskilipli Atıf Hoca, bazı çevrelerde ve özellikle konuya ilişkin
propagandaya maruz bırakılan sıradan halka göre; sıradan bir din adamı veya
cami imamıdır. Bunlara göre; Atıf Hoca, sanki İskilip'te bir camide imam iken
yaka paça Ankara'ya getirilip asılmıştır! Çünkü böyle tanıtılmakta ve böyle bir
algı yaratılmaktadır sürekli olarak.
Oysa o, aynı zamanda bir müderris, yani profesör, bir
politikacı ve aynı zamanda bir gazetecidir. Hem de bugünkü tabirle söyleyecek
olursak; yandaş bir gazetenin yandaş köşe yazarıdır! Zira köşe yazarlığı yaptığı
"Alemdar" isimli gazete, Milli Mücadele ve bu
mücadelenin önder kadrosu aleyhine, ayrıca dönemin Hürriyet ve İtilaf Fırkası
iktidarı lehine yazmış olduğu yazılarla meşhurdur.
Ayrıca hocanın başında bulunduğu İslam Teali Cemiyeti de
tamamıyla Damat Feritlerin ve Ali Kemallerin de içinde bulunduğu Hürriyet ve
İtilaf Fırkası'nın bir uzantısı gibi faaliyetlerde bulunuyordu. Her iki örgüt
de İslamcı siyaseti öngörmekle Hilafet ve Saltanat taraftarı idiler. Adı geçen
dernek adına hazırlanan ve Milli Mücadele'nin önder kadrosunu "Hain"
, "Eşkıya", "Haydut", "Zorba", "Asi",
"Soyu sopu belirsiz Selanik dönmeleri", "Alçak",
"Yardakçı" vs. sıfatlarla nitelendiren ve Yunan ve İngiliz
uçaklarıyla hem cephede savaşan askerlerin üzerine, hem de cephe
gerisindeki halkın üzerine atılarak Milli Mücadeleyi akamete uğratmayı
amaçlayan bildiriye göre; bu eşkıya sürüsü ya da güruh, Türk halkını ifsat
ederek (kandırarak) büsbütün mahvolmaya doğru götürüyordu!(3).
Hoca, yargılanması sırasında gündeme gelen bu bildiriden haberi
ve altında imzası olmadığına dair belge almış olsa da bu durum mahkeme heyetine
fazla inandırıcı gelmemiştir. Rivayete göre; bildiri metni hain ilan edilen
eski Şeyhülislam Mustafa Sabri tarafından kaleme alınmıştır. Elbette bize göre
de; Hocanın bu bildiriden haberinin olmaması ya da olmasa bile yönetmiş olduğu
derneğin faaliyetlerinden mesul tutulmaması düşünülemez.
Dolayısıyla o, en azından bize göre; devrimlere karşı çıktığı
ve yazmış olduğu "Frenk Mukallitliği ve Şapka"
isimli 32 sayfalık risalesinden dolayı değil, Milli Mücadele'ye karşı takınmış
olduğu tavırdan dolayı idam edilmiştir.
"Frenk
Mukallitliği ve Şapka" isimli eseri ile "Şapka
İnkılabı" arasında ilişki kurulması ve hocanın güya Şapka
İnkılabı'na karşı çıktığı için asıldığı şeklindeki iddia ise fazla ikna edici
değildir. Hocayı savunanlar, onun yazmış olduğu "Frenk Mukallitliği
ve Şapka" isimli risalesini, 25 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan
Şapka Kanunu'ndan bir buçuk yıl önce olmak üzere, 1924 yılında yayınladığını ve
dolayısıyla; Şapka Kanunu'na muhalefet etmesinin mümkün olmadığını ve masum
olduğunu ileri sürerler. Ancak bize göre; Hoca, böyle bir kanunun
çıkarılacağından veya böyle bir düzenlemenin yapılacağından haberdar olmuş ve
alelacele böyle bir risale yazıp yayınlayarak, halkı şapka kanununa karşı
direnmeye çağırmayı düşünmüş de olabilir.
Üstelik hocanın, söz konusu risalesine temel yaptığı ve Hz.
Peygamber'e izafe edilen "Kim bir kavme benzerse, o
kavimdendir" anlamına gelen rivayetin, sahih olduğu bile
şüphelidir! Eğer o hadis sahihse, bugün yeryüzünde Müslüman bulmakta gerçekten
zorlanırız! Çünkü bu hadise göre, giyimde, kuşamda, kullanılan araç ve
gereçlerde, davranış kurallarında ve elbette yönetim sisteminde ve devlet
idaresinde İslam dışı topluluklara benzeyen Müslümanlar, artık İslam
çizgisinden çıkıp gayrimüslimlerin bulundukları çizgiye dahil olmaktadırlar.
Günümüzde Taliban, El-Kaide ve IŞİD gibi terör örgütlerinin hareket noktası da
zaten budur. Özetle İskilipli Atıf Hoca, Şapka ve kılık kıyafet
düzenlemesinden hemen önce, bu düzenlemelere karşı alelacele bir risale yazıp
yayınlamakla, bir anlamda öz konusu düzenlemeleri yapacakların, İslami çizgiden
sapmış olacaklarını anlatmaya çalışmıştır.
Gerek İskilipli Atıf Hoca, gerekse (yazımızın bir sonraki
bölümünde de görüleceği gibi) gerekse Said-i Nursi, biraz da Peygamber'e isnat
edilen ve doğruluğunu sadece Allah'ın bildiği iki hadisten hareketle
takındıkları tavır yüzünden gözden düşmüşlerdir! Daha doğrusu her ikisi de
sahih olup olmadıkları bile belli olmayan hadisler üzerinden siyaset yaptıkları
için. Birisi hatasının bedelini canıyla öderken, diğeri bu bedeli, hayatı
boyunca sürgünde ve gözaltında yaşayarak ödemiştir. Atıf Hoca, yazmış olduğu
kitapçık ile "gayrimüslimlere benzeyenlerin gayrimüslim
olacağını" ima etmiş, Said-i Nursi ise "namaz
kılmayanların zalim olduklarını, zalimlerin verdiği hükümlerin ise geçersiz
olduğunu" söylemiştir. Rivayete göre; hem de Mustafa Kemal
Paşa'nın yüzüne, yekten!
Türkiye'deki dini çevreler, özellikle de din üzerinden
siyaset yapanlar, İskilipli Atıf Efendi'nin idamını da Atatürk aleyhine
kullanmışlar ve hadiseyi onun din düşmanlığı ile açıklamaya çalışmışlardır.
Mesela; N.Fazıl'a göre; İskilipli Atıf Efendi de bir din mazlumudur(4).
Sürecektir
Ömer Sağlam
_____________
1-Dönemin
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2013 yılında Trabzon'da yapmış olduğu bir
konuşmada: "Gençler sizlerden rica ediyorum, gidin Trabzonlu Ali
Şükrü Bey’in hayatını okuyun. On yıllar boyunca bu millete dayatılan
kelimelerin, kavramların, yaşam tarzlarının ne kadar suni, ne kadar yapay, ne
kadar yeni, ne kadar anlamsız olduğunu göreceksiniz. Korkuların, ne kadar
yersiz olduğunu bu işlerin göreceksiniz." diyerek,
hayatını okuyup öğrenmelerini tavsiye ettiği Ali Şükrü Bey hakkında ilave bilgi
için bkz..
http://www.posta.com.tr/siyaset/HaberDetay/Basbakan-in-ornek-gosterdigi-Ali-Sukru-Bey-kimdir-.htm?ArticleID=205763
2-Yavuz Bülent
Bakiler, "Kemâlizmin millet anlayışında dinin yeri yoktur -1-"
başlıklı yazısı.
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/yavuz-bulent-b-kiler/565146.aspx.
3-
Teali İslam Cemiyeti'nin söz konusu bildirisinin tam metni için bkz. "Soyu
sopu belirsiz Selanik dönmeleri kimlerdir" başlıklı yazımız, http://sessizliginsesleri.blogspot.com.tr/2013/03/soyu-sopu-belirsiz-selanik-donmeleri.html,
4-
İskilipli Atıf Hoca'nın idamı ve idam sebebine ilişkin ayrıntılı bilgi için
bkz. "İskilipli Atıf
Hoca’nın İdam Sebebi Şapka Değildir" başlıklı yazımız.
http://sessizliginsesleri.blogspot.com.tr/2013/03/bu-gruba-ait-tum-sitelerde-yaynlanan.html
& "Kel Aliço bizim Atıf Hoca’yı neden asmış?" başlıklı yazımız,
http://haberiniz.com.tr/haber/gundem/44126/kel-alico-bizim-atif-hocayi-neden-asmis.html