Darbe Yazıları: Suikastçılar, Bir Papa ve Fetullah [Günay Tulun]




15 Temmuz’da yaşanan ihtilal girişiminden sonra, “dini kullanarak topluma egemen olmaya çalışan örgütlerin” orduya sızma planlarının başlangıç tarihi tartışılır oldu. AKP’liler ve sempatizanları “30, 40 yıl”dan söz ederken karşısındakiler de  “AKP’nin iktidara geldiği günden itibaren” demeye başladılar. 

Bu tarihsel farklılık, bir tarafın “Benden önce başlamıştı!” savunmasına sığınması; karşısındakilerin de “Bunları devlet kadrolarına sen doldurdun! Yeni dönemde bu yanlışları tekrarlama!” uyarısından kaynaklanıyordu. 
Her iki taraf da “Dediğim dediktir!” havasından sıyrılamayınca, hakemlik işi; konuyu önceden irdelemiş olan tarafsızlara düştü. Onlar her iki tarafa da kafa salladılar ama ister istemez muhaliflerin yanında durdular. 

Muhalifleri haklı görmelerinin nedeni zamanı doğru vermelerinden değil, AKP’nin, iktidara geldikten sonra; bu örgütlere, özellikle de Fetullah grubuna karşı neredeyse sınırsız denebilecek ölçüde destek çıkıp, kol kanat germesiydi. FETÖCÜLER, devletin bütün kademelerine bol kepçe doldurulurken AKP’nin tek düşüncesi seçimlerde gelecek oylardı. 

İşin o tarafına girmeyeceğim.
Derdim, şu tarih konusunu ele almak… 


TARİHLER DOĞRU MU? 
Bu konuda ortalıkta dolaşan tüm tarihler yanlış.
Çünkü… 


Bu satırları ve aşağıda yazdıklarımı okuduğunuzda, birçok şeyi deşmeyip yüzeysel kalmama rağmen; dincilerin orduyu etki altına alma tarihinin ne denli eski olduğunu göreceksiniz. "Osmanlı"nın takdir ettiğim az sayıdaki birkaç padişahından biri olan "Sultan Murad Han II" keşke, Şeyhülislamlığın temeli sayılan o teşkilatlanmayı başlatmasaydı. Ondan sonra gelenler, zamanla bu kuruma olması gerektiğinden fazla önem atfedince olay rayından çıkmış, iş softa takımının halk ve ordu üzerinde hâkimiyet kurmasına dek gitmiştir. Devlet, o günden bu yana bunlardan paçasını kurtaramamıştır.   

DİN ELDEN GİDERKEN
Osmanlı içinde olduğundan fazla değer bulan softa takımının, çıkarlarına dokunulduğu her dönemde, ülkede huzursuzluk çıkardıklarını hepimiz biliriz. İşin ilginç yanı, o zihniyetin hâlâ kırılamaması ve kapalı sistemler içinde yetiştirilen bu tip insanlara “Gerçek Müslümanlık'ın” bir türlü öğretilememiş olmasıdır. Bunlar, küçük yaştan beri aldıkları eğitim sonucu, “kendi inancından başka inanılacak hiçbir şey olmadığına inandırılarak” yetiştirilirler. Bağnazlıkları nedeniyle cinayet dahil her türlü ahlak dışı uygulamayı yapabilirler. “Öz dinini kitabından değil de bu softalardan öğrenen” insanlar üzerinde büyük etki sahibidirler. Kimi aşkla kimi de maddi çıkar uğruna, muhafızlık ve fedailiklerine soyunmuş geniş taraftar kitleleri vardır. Bu kitleleri harekete geçirmek için, “Din elden gidiyor!” diye mırıldanmaları her devirde yeterli olmuştur. 

Yine hepimiz biliriz ki, bu softaların derdi, din ya da dinin elden gitmesi değildir. Çıkarlarının devamıdır. Bu çıkarlar maddi de olabilir, egemenliklerinin sürmesine bağlı olarak manevi de… 

Bu iş, Osmanlı Devleti’ni batırana dek devam etmiştir. Ne “Osmanlı”sı… “İstiklal Savaşı”nda vatanseverlerin karşısında, işgal kuvvetlerinin safında yer alan en büyük insan gücü de bunlardır. “Kurtuluş Savaşı”mız boyunca; hem silahlı hem istihbari hem de beşinci kol faaliyetlerinde bulunarak vatanlarına büyük zararlar verdirmişlerdir. Vatanlarını korumak yerine hainliği seçen bu insanların seçimlerinde, “Kasa kasa, çil çil İngiliz altınları”nın da büyük rol oynadığı unutulmamalıdır.

Hazır "DİN ELDEN GİDERKEN" diye başlık açmışken, size; Allah'ın adını anarak and içtikten sonra, tüm kalbimle bir hakikati açıklayayım: Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir döneminde; din yasaklanmamış, insanların dinî görevlerini yapmaları engellenmemiş, Allah'la kulları arasına girilmeye çalışılmamıştır. 

Engellenmeye çalışılanlar; dinî konularda halkı sömürenler, kandıranlar, kendi kafalarındaki sapkın düşünceleri dinmiş gibi göstererek dine zarar verenlerle Allah'la kulları arasına kendilerini ya da şeyhlerini koyarak Allah'a şirk koşanlardır.       

21. YÜZYILIN İSKİLİPLİ ÂTIF’I
Onların torunları, bugün bile “Cumhuriyet”e karşı bitmez tükenmez bir kin duyar. Yalanlarla örülerek yaratılan efsaneler, örneğin “İskilipli Âtıf Hoca” olayı da bu kini söndürmeden yaşatmak için uydurulmuştur. Olay, Fetullah Hoca’nın vatana ihanet öyküsüyle aynıdır. İskilipli Mehmed Âtıf Hoca’yı, tarafsız; örneğin kendileri için çalıştığı Yunan ve İngiliz kaynaklarından incelerseniz, konunun vatana ihanet olduğunu göreceksiniz. Onun yüzünden binlerce vatan evladı boş yere ölüp gitmiştir. 


Yaratılmaya çalışılan Âtıf Hoca efsanesinin aslı çok komiktir. "Hoca'yı idam ettikten sonra gömmüşler. O sırada bir görevli kararın değiştirildiğini bildirmiş. Yeni karara göre kurşuna dizilmesi gerekiyormuş. Öyle de yapmışlar. Cesedi mezardan çıkarıp, ölmüş adamı kurşuna dizmişler. Âtıf Hoca böylece yeniden (!) ölmüş. 
Bazıları bu efsaneyi daha da geliştirir ve kararın yeniden değiştirildiğini, son olarak kazığa oturtulduğunu bile yazar. Bu masal, Osmanlı devrine ait bir Bektaşi fıkrasının, Atatürk ve Cumhuriyet'i kötülemek için transpoze edilmiş hâlinden başka bir şey değildir. Aynı masal Walt Disney'in çizgi romanı Vak Vak Kardeş'te de işlenmiş, Vak Vak Amca böylesine ilginç hükümlerle karşı karşıya kalmıştır. 
Âtıf Hoca olayı öylesine ilginçtir ki, ölümünden yıllar sonra buna inandırılmış çok kişi çıkmıştır. Aynı insanların Fetullah Hoca'nın uçtuğuna, aleyhisselatu vesellem efendimizle konuştuğuna, Mehdi olduğuna, Mesih olduğuna, yeni bir din kurduğuna ve benzeri masallarına da inanmaları tabiidir. 

İnceleyin, her ikisinde de aynı ihaneti göreceksiniz. Bu ihanetlere verilen ve verilmesi istenen cezalar da aynı. O günün “Cumhuriyet Hükûmeti”nin gerçekleştirdiği idam cezasını, bugünün “AKP Hükûmeti” ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da uygulamak istemektedir.     

Son zamanlarda Hükûmet ve iktidar çevrelerinde de sıkça dillendirilen gerçek şu: Ülke içinde çöreklenmiş çok sayıda din, İslam, devlet ve millet düşmanı dinci (Dindar değil, dinci yani dini çıkarına alet etmeye çalışan.) örgüt var. Devletin neredeyse tüm kademeleri bu tür örgütlerle doldurulmuştur. Tedbirler, hiç tereddüt etmeden hem de acilen alınmalıdır.

ATA’MIZIN KASTAMONU NUTKU’NDA HER ŞEY AÇIKÇA ANLATILMAKTADIR 

İstiklal Savaşı denen ve “Türk’ün en büyük savaşı” olan savaşlar zinciri, “Cumhuriyet”i kuranlara şunu öğretmiştir. Din adamı kisvesine bürünmüş bu şeytani gruplar ne yapıp edilip engellenmelidir. 
Ata’mız Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1925 tarihli Kastamonu nutkunda her şeyi o kadar güzel açıklamıştır ki, herkesin öğrenmesine yardımcı olmak için bu nutkun o bölümünü uzun uzadıya buraya aktaracağım. Lütfen sabırla okuyun:
… “Efendiler ve Ey Millet!
İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikatı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir. Rüesayı tarikat bu dediğim hakikatı bütün vuzuhu ile idrak edecek ve kendiliklerinden derhâl tekkelerini kapayacak, müritlerinin artık vasılı rüşt olduklarını elbette kabul edeceklerdir.”...
… “Hükûmet-i Cumhuriyemizin bir Diyanet İşleri Riyaseti Makamı vardır. Bu makama merbut; müftü, hatip, imam gibi muvazzaf birçok memur bulunmaktadır. Bu vazifedar zevatın ilimleri, faziletleri derecesi malumdur. Ancak bu yolda vazifedar olmayan birçok insan da görüyorum ki, aynı kıyafet iktisasında berdevamdırlar. Bu gibiler içinde çok cahil hatta ümmi olanlarına tesadüf ettim. Bilhassa bu gibi cühela, bazı yerlerde halkın mümessilleriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa âdeta bir mâni teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum. Bu sıfat ve salahiyeti kimden, nereden almışlardır.”…

…”Malum olduğuna göre milletin mümessilleri intihap ettikleri mebuslar ve onlardan teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, Meclis'in itimadına mazhar Hükûmet-i Cumhuriye'dir. Bir de mahallî müntehap belediye reisler ve heyetleri vardır. Millete hatırlatmak isterim ki, bu laubaliliğe müsaade etmek asla caiz değildir. Her hâlde sahibi salahiyet olmayan bu gibi kimselerin muvazzaf olan zevat ile aynı kisveyi taşımalarındaki mahzuru Hükûmet'in nazarı dikkatine vazedeceğim.”… 


CUMHURİYET HÜKÛMETLERİ DİNCİ ÖRGÜTLER KONUSUNDA BAŞARILI OLDU MU?
Atatürk ve İnönü dönemlerinden sonra gelen siyasal iktidarlar, “Cumhuriyet”in sağladığı başarıyı tersine döndürmek için elinden geleni yapmıştır. Bu hareket, Demokrat Parti’yle birlikte doruk noktasına yükselmiştir. Onların 
iktidarında, Osmanlı dönemindeki din tüccarı gruplar birer birer gün ışığına çıkmıştır. 


Burada din sömürüsünün tarihini, hangi partinin ne işler çevirdiğini anlatacak değilim. Niyetim bir iki nirengi noktasını verip yazıma devam etmek.
1950’den itibaren ordu içinde kümeleşmeye başlayan en etkin grup, ileride Fetullah Gülen’in de mensubu olacağı “Nur Öğrenciliği” hareketidir. Genelde, mensupları arasında bile Nurculuk olarak bilinir. Kurucusu Said-i Kürdî, Said-i Nursî, Bediüzzaman gibi adlarla da bilinen Said Okur’dur. Said Okur’un planlarında orduya sızma ve müritlerinden oluşmuş bir ordu hayali vardır. Ona bu fikri, İngilizlerin talimatıyla kurulan Kuvâ-i İnzibâtiyye’nin sağladığı rant vermiştir. 

Bu konuyu nedense hiç kimse dillendirmez ama o yılların Nurculuk hareketi, özellikle doğu illerimizdeki askerî birliklere bayağı bir el atmıştır. 1980 ihtilali sonrası bu akıma büyük destek veren Kenan Evren’in de bir zamanlar bu hareketin öğrencisi ya da hiç olmazsa sempatizanları arasında bulunmuş olması ihtimal dâhilindedir. 

Nursî’nin ölümünden sonra hareketin başına geçmeye çalışan öğrencileri bazen gizli bazen de açıkça güç kavgasına tutuşmuş, bu iş bölünmelere kadar gitmiştir. Bu arada da ilk okul mezunu olduğu bile şüphe götüren Fetullah Gülen, hareketin diğer liderlerini pasifize etmiştir. Bu konuda her türlü silahı kullandığı, hatta hareketin güçlü adamlarından birinin kızını uyuşturucuya alıştırtarak ölümüne neden olduğu ve böylece rakibini sildiği bile söylenmiştir.
Nur adı zamanla gündemden düşmeye başlamış, Fetullahçılık olarak yeni bir benlik kazanmış, en sonunda da Siyonizm, tahrif edilmiş Hristiyanlık, paganizm, tahrif edilmiş Musevilik gibi birçok akımı da içine alarak yepyeni bir din görünümüyle anti din boyutuna geçmiştir.  

Gelelim bölüm başlığında sorduğum soruya…
Sağınıza, solunuza bakın; sokağınızdaki komşuları izleyin, kaç evin dincilere yurt olduğunu sayın; ülkede olan bitenleri gözünüzün önüne getirin ve ondan sonra cevabınızı verin. “Cumhuriyet Hükûmetleri dinci örgütler konusunda başarılı oldu mu?” 


SONUÇ 
Bu işin sonucu monucu olmaz.
Tarihin her dönemi, dinî kuralları ve dinî duyguları kaşıyarak egemenliğini sürdürmeye çalışan sapkınlarla doludur. Bu sapkınlar; yalnız semavi dinlerde değil, din yerine kullanılan tüm paganist uygulamalarda da boy göstermişlerdir. Bu nedenle FETÖ hareketi gibi hareketler dünya durdukça sürüp gidecektir. 


AKIL ALMAZ SAÇMALIK
Burada anlaşılamayan tek nokta; kendisini Mehdi olarak lanse eden bu cahil adamın, bilim adamlarını, aydın olması gereken insanları, iyiyle kötüyü ayırt edebilenleri de etki altına almasıdır.

Hitler gibi hitabet gücü var desek?..
Hayır, yok!
Zırt pırt ağlayan hatta kendi hayat hikâyesini hatta hatta neden evlenmediğini anlatırken bile ağlayan garip bir insan tiplemesiyle karşı karşıyayız.

FETULLAH'I ANLAMAK 
Fetullah Gülen’in nasıl bir karışımdan oluştuğunu anlatmanın altı yolu var. 

Cumhurbaşkanı ikide bir "Haşhaşiler" diyor. Allah için doğru teşhiş. Daha önce de değinmiştim. Asıl ünlü lakapları "Suikastçılar" olan bu grubu ve önderleri el Hasan bin es Sabbaḥ'ı okuyun. 

"Kam"lardan bu yana gelen "Ocak ve Ocaklı" konusuna vâkıf olduğu anlaşılan "Grigori Yefimoviç Rasputin"le ilgili bilgilere bakın! Okurken efsaneleştirilmiş yerlerin etkisi altında kalmayın ama çevresinde nasıl bir efsane yarattığını görün. 

"Birinci Haçlı Seferi"ni, dolayısıyla "Haçlı Seferleri"ni başlatan büyük demagog ve yalancı Papa II Urbanus'u okuyun. 

Cizvitleri mutlaka duymuşsunuzdur. "Osmanlı"nın Türkiye'de yuvalandırdığı Cizvitleri ve onların ülkemize verdikleri büyük zararları incelemiş ve yazmış biri olarak diyorum ki; Gülen hareketini anlayabilmek için onları da araştırmalısınız. 

Araştırılması gerekenlerden biri de keramet sahibi olduğu yolunda müritlerince çığırtkanlığı yapılan olaylardır. Bu propagandaya göre keramet sahibidir ama ne hikmetse bugüne dek hiç kimsenin yanında keramet gösterememiştir. "Saf vatandaşları tuzağa çekmek için çığırtkanlar kullanan 'Bul karoyu al parayı'cıları" incelerseniz ne demek istediğimi anlarsınız.

Son olarak da birkaç bölüm yukarıda söylediğim gibi İskilipli Atıf Hoca'yı uyduruk yazılardan değil de doğru kaynaklardan, gerçek belgelerden öğrenin.

Bu kadarı yeter de artar bile...
Hele bir deneyin de...

 
 Günay Tulun

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN