Büyük Zafer Padişahçılar İtilafçı Yunan ve Adalar [Günay Tulun]

Bugün 31 Ağustos 2017...
"30 Ağustos Zafer"inden bu yana tam 95 yıl geçti.
Bu büyük bayram da "A Kal P"nin iktidarda olduğu son on beş yıldaki her millî bayram gibi sönük geçti. Kutlamalar yerine zoraki bir anma yapıldı.
Bayram sanki bize değil, herhangi bir ülkeye aitti.

"Bilinen Türk Tarihinin En Büyük Savaşı ve Türk'ün En Büyük Savaşı" gibi bazı yazılarımda o günleri, herkesin her 30 Ağustos'ta yazdıklarından farklı yönden ele almıştım. Bugün de iddiasız, basit ve sade bir yazıyla başka yönünden söz edeceğim. Tarihini ve düşmanlarının karakterini öğrenmek, biliyorlarsa hatırlamak isteyenlerin sonuna dek okumasını rica ederim. Hem kel hem de fodul olanlar, yani hem tarihlerini bilmeyen hem de "Osmanlılık, Türklük, Atatürk, İstiklal Kahramanları ve Türkiye Cumhuriyeti'ni inşa eden insanlar" hakkında ahkâm kesenlerse ne bu yazımı ne de diğer yazılarımı okumasın. Cehalet, ihanet ve çarpıtma onların yaşam nedeni... O yüzden yalnızca iğrençliklerine odaklansınlar.

"ÇANAKKALE SAVAŞLARI" SONRASI OLANLAR
Önce çok kısa olarak İtilaf Devletlerini ele alalım. Alalım ki, Kurtuluş Savaşı öncesinde yurdumuzu işgal edenlerin nereden peydahlandığını da anlayalım.

"I. Dünya Savaşı"nda karşımızda olan İtilafçılar; ABD, Belçika, Brezilya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Karadağ, Portekiz, Romanya, Rusya, Sırbistan, Yunanistan ve tabii ki bu ülkelerin müstemlekesi durumundaki bir dolu ülkeydi. Bir de arkamızdan vuran içimizdeki hainler vardı ki, bunların en önemlileri; Ermeniler, Anadolu ve Rumeli Rumları, Pontus Rumları, Araplar, Teali Cemiyetleri aracılığıyla Kürtlerdi. Dostlar sakın alınmasın, ne yapayım ki gerçek bu... Bazılarının bize karşı birlik olduklarını ilk kez duymuş olabilirsiniz. Bir kısmı, ülkemize doğrudan saldırmamış, karşı istihbarat, propaganda ve çeşitli destek faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bazıları da ülkemizin paylaşımında devre dışı bırakıldıklarından adları fazla gündeme gelmemiştir.
İşte bu İtilaf Devletleri, sonuçta; Çanakkale'de aldıkları beklenmedik yenilgi nedeniyle Osmanlı payitahtı İstanbul'u göremeden, gemilerinin denizdeki pervane izlerine baka baka ülkelerine dönmüşlerdi.

Yine çok kısa olarak, o dönemde Osmanlı padişahının kim olduğundan söz edeyim.
V. Mehmed olarak bilinen Mehmed Reşad'dır. Ülkemizde bir anket yapılsa onun dönemin padişahı olduğunu bilen çok az kişi çıkar. Çünkü "Tarih sapıkları" bu zaferi, V. Mehmed'den önce padişah olan ve ülkenin canına okuyan, günümüz Türkiye'sinin iki katını aşan büyüklükteki vatan toprağının kaybına neden olan devrik padişah II. Abdülhamid'e yakıştırmaya çalışırlar. Sapıklıklarını ara sıra dizginlemeye çalışan bir grupsa Abdülhamid'in zorunlu ikamete tabi tutulduğu Beylerbeyi'ndeki saraydan savaşı idare ettiğini anlatırlar. Bu da okuyup araştırmaktansa birilerinden dinlemeyi yeğleyen toplumumuzu, ne yazık ki derinden manipüle eder.
Aynı sapıklar, II. Abdülhamid devrinde "Osmanlı"nın hiç toprak kaybetmediğini, o toprakların Atatürk yüzünden kaybedildiğini yazacak kadar "yüzsüz, yalancı, hain ve tarih bilgisinden uzaktır"lar.

Savaş sonrası Almanların ne yaptığından da kısaca söz etmek gerek. Onların tüm derdi zafere sahip çıkmaktı. Savaşın, ordumuzun içindeki Alman subayları sayesinde kazanıldığını yoksa kaybedilebileceğini anlata anlata, kendilerini bile inandırdılar. Hemen her platformda konuyu dile getirip övünmekten, bir değil birkaç hâl oldular. Oysa gerçek bambaşka... Alman komuta heyetinin yönetimindeyken kötü giden savaş, Mustafa Kemal'in gelişi ve müdahalesiyle değişmiştir. Burada ilginç olan şey şudur. Almanlar başka cephelerde de ordumuzu komuta etmişler, sonuçsa daima hüsran olmuştur. Başarısızlığa sahip çıkmayan, "Türkler beceriksiz!" diyen Almanlar, zafer elde edilince üstüne atlayacak kadar onursuzca davranmışlardır.   

"Çanakkale Savaşları"nda, Kurtuluş Savaşı kadrolarının yetiştiği söylenirse de Türk subaylarının zaten ömürlerini savaşlarda geçirdiği unutulmamalıdır. Diğer ülkeler içinse II. Dünya Savaşı'nda dünyayı kana bulayacak kadrolar burada yetişmiş, savaş teknolojisinde atılım yapılması gerektiği de burada anlaşılmıştır.

ÇANAKKALE'YLE KURTULUŞ SAVAŞI ARASINDAKİ BİRKAÇ ÖNEMLİ FARK
Çanakkale, beklenen sonu geciktirmekten öte gitmemiştir. Yukarıda adını verdiğim yazımda da belirttiğim gibi, onca şehitle kazanılan "Çanakkale Savaşları"ndan 2 yıl 9 ay 22 gün sonra 7 Kasım 1918 günü düşman, bando mızıka eşliğinde Çanakkale’den geçerek 465,5 yıldı r düşman ayağı değmemiş Türk Başkenti İstanbul’u; 13 Kasım 1918’de fiilen işgal etmiş ve bu rezalet, 30 Ağustos zaferinden 1 yıl 1 ay 1 hafta sonrasına, yani 6 Ekim 1923 tarihine kadar sürmüştür. Bunca şehidin, bunca sıkıntının ardı ferah değil, esaret hem de tüm yurdu kaplayan bir esaret olmuştur.

"Çanakkale Savaşları"nın öncesinde öz vatanımızda işgal edilmiş tek yer yoktur. Bitiminden kısa bir süre sonraysa birçok bölgemiz, İngiliz ve İtalyan katilleriyle “Soykırımcı Fransız”ların, ayrıca megalo idea dedikleri hastalıkla kafaları bulanmış megalomanyak Yunanlıların işgali altına girmiştir. Daima başa bela olan Rusları da unutmamak gerek.

Çeşitli uluslardan meydana gelmiş olsa da “Çanakkale Savaşları”nda, tek ordu olarak hareket eden tek düşman vardır. Kurtuluş Savaşı’ndaysa hepsi kendi komutanları tarafından yönetilen, savaşmadan paylarına düşen yerlere yerleşmiş, değişik ulusların güçlü ve moralli orduları…

Kurtuluş Savaşı, "Çanakkale’deki gibi bir hedefe ulaşmak isteyen düşmana karşı değil; hedefine ulaşmış, işgali tamamlamış, yerleşmiş, konumunu güçlendirmiş, devrin en üst teknolojisini kullanan, egemenlik iddialarını fiiliyata geçirmiş" düşmanlara karşı, üstelik Çanakkale'de olduğu bir bölgeyi değil, tüm yurdu savunmak ve işgalden kurtarmak için yapılmıştır. Çanakkale’deki gibi düzenli bir ordunun değil; silahı olmayan, ordusu işgalciler tarafından dağıtılmış bir milletin savaşıdır.
Konuyu biraz daha açık bir şekilde "Bilinen Türk Tarihinin En Büyük Savaşı ve Türk'ün En Büyük Savaşı" adlı yazılarda anlatmıştım.

SOYKIRIM SUÇLUSU YUNANİSTAN
Yunanlılar taktiksel olarak önce yaygarayı basarlar, sıkışınca da zavallı mağdur rolünü oynarlar. Yüzsüzlükte, yalanda, iftirada, barbarlıkta daima başarılıdırlar. Bu söylediklerim Kurtuluş Savaşı sırasında da tespit edilmiş gerçeklerdir.

Trakya ve Anadolu'da yaptıkları soykırımları unutturduklarını sanıyorlar. Bu nedenle de son yıllarda tarihi çarpıtmayı iyiden iyiye hızlandırdılar. Hâlbuki durup dururken geldiler; hamile, çocuk, bebek, cenin, sakat, yaşlı demeden Türklere soykırım yaptılar. Aynen Ermeni ve Bulgarların yaptığı gibi hamile kadınların karınlarını süngülerle deşip ceninleri çıkardılar. O ceninlerle top oynadılar. Kaçarken bile kadınlarımızın ırzına geçip vahşice öldürdüler. Köy, kent demeden yakabildikleri her yeri yaktılar. Gördükleri kedi, köpek, inek, koyun ve keçileri bile aynı vahşetle öldürdüler.

Yıllar sonra da işledikleri bu iğrenç soykırım suçunu masum ve mazlum Türklerin üstüne atarak, "Türkler bize Batı Anadolu’da soykırım yaptı" dediler. Olayı daha da genişletip Batı Anadolu'dan tüm Anadolu'ya yaydılar. Her yılın 14 Eylül gününü de "Soykırımı Anma Günü" olarak anıyor hatta ne anması, kutluyorlar. Yunanistan Cumhuriyeti'nin 21 Eylül 2001 tarihli resmî gazetesinin birinci cilt 207. sayısındaki 304. cumhurbaşkanlığı kararnamesini ve "14 Eylül Anısı Etkinlikleri Organizasyonu" başlığıyla yayınlanmış 2645/1998 sayılı "14 Eylül’ün Küçükasya Elenleri’nin Türk Devleti Tarafından Soykırıma Uğratılmalarının Millî Anı Günü Olarak Belirlenmesi Hakkındaki Kanun"u bulup okuyun. O kanundaki şu ayrıntıyı da gözden kaçırmayın: Anma günü, mutlaka genel tatil günü olan pazara denk gelmeliymiş. Gelmezse 14'ünden sonra gelecek ilk pazar gününe ertelenmeli. Bunun nedenine gelirsek: Amaç, tüm Yunan halkının, bu çarpıtılmış olayla Türklere karşı kinlenmesi, kıta ve adalar Yunanistan'ına gelen turistlerin de "Hüüü! Türklere bak! Bunları da kesmiş!" fikrine saplanmaları.  
Pontus için de bir soykırım kanunu amaçladıklarını da gözden kaçırmayalım. Belki de bugüne dek onu da çıkarmışlardır. Kafa Ermenilerle aynı kafa, hesap aynı hesap.
BİZİM HÜKÛMET YUNAN'A HEDİYE VERMEYİ SÜRDÜRÜYOR
Bizim Hükûmet ve ortağı "Yavru Muhalefet"se konuyla ilgilenmiyor. Belki de hepsi birer birer konuya vâkıf ama talimat "onlar için büyük yerden" geldiğinden; "Gördüm, duydum, sustum!" oyununu oynuyorlar. Soykırım suçlusu ilan edilmesi gereken Yunanistan'a karşı daima alttan alıyor, onların iftira mahiyetinde çıkardıkları yasalara karşılık verecek yasaları çıkartmayı hatta teklif etmeyi bile dile getirmiyorlar. Topraklarımızı Yunanistan'a hediye etmekteyse hiçbir beis görmüyorlar.  
Soruyorum, kim bilir kaçıncı kez, tekrar tekrar soruyorum:
18 adamızla 1 kayalığımızı Yunanistan'a hediye ettiren emri kim verdi?
Kimler onayladı?
Verilen kararı kimler uyguladı?
Cevap: Tısssss fısssss pısssss!

Bunun adı vatana ihanettir. Vatana ihanetse her millet için en büyük suçtur. Cezası da idam, idam cezasının olmadığı ülkelerdeyse ömür boyu onursuzca yaşamak ve müebbet hücre hapsidir.

Bizdeyse adama cevap bile vermezler.
Eh! Ne de olsa Türkiye, padişah hazretlerimizin babasının malıdır.




 

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN