Seçmece [Günay Tulun]

METAL YORGUNLUĞU: A Kal P’nin başkanı, “Parti teşkilatında metal yorgunluğu var.” gibisinden bir şeyler söyledi ya, aman Allah’ım, meğer çevremizde ne çok dalkavuk varmış. Milletin vekili olması gerekirken tek seçicilerine hizmet eden milletvekillerinden bürokratlara, sendikacılardan yandaş gazetecilere, partizanlardan sözde muhalif gazetecilere kadar herkes, neredeyse 24 saat “metal yorgunluğu”ndan söz edip duruyor. İnsaf be, bu kadar da olmaz! Ülkenin bir dolu meselesi varken, içimizi dışımızı metale boğdular. 

Başkanları, A Kal P’lileri cansız bir cisim olarak görüyor ki metal yorgunluğunu yakıştırıyor. O sözcüğün aslı mental yorgunluk, yani “Genellikle sürekli ve aşırı zihinsel çalışma yapanlarda görülen; dikkat toplayamama, bitkinlik, bıkkınlık, isteksizlik, sağlıklı düşünememe, kendini tükenmiş hissetme hâli yani ruhsal yorgunluktur ki –tıp dilinde bu hastalığa sürmenaj denir.”. Herkesin aynı anda yakalanabileceği türden bir hastalık değildir. Sorumluluk üstlenmeden yaşamayı seçenlerin yakalanmasıysa mucizelere bağlıdır.

YOLSUZLUK: A Kal P’lilerin başkanı “Yolsuzluk yapan yandan mı var, kenara koyacağız. Candan mı var, kenara koyacağız.” demiş. "Candan"ı duyunca "Helal olsun!"dan başka söyleyecek söz bulamadım.

RÜŞVET ve YOLSUZLUK DAVASI: A Kal P'lilerin başkanı "ABD’nin Zafer Çağlayan adımı, Türkiye’ye yöneliktir, bu işin arkasından pis  kokular geliyor. Çok pis kokular geliyor." dedi. Katılıyorum. Bu işin arkasından çok, hem de aynen dediği gibi çok pis kokular geliyor. Ortalığı kokutan o arka her kimse, afişe olacak diye sürüp giden bir korku var. Korkunun ecele fayda etmediğini bilmek gerek. Karar, işin içine politika sokulmadan açıklansa da gerçekleri bir de deniz aşırı yargıçlardan duysak!

RACONU BEN KESERİM: A Kal P'lilerin başkanı “Kimse benim adıma racon kesmeye kalkmasın. Raconu yalnız ben keserim.” dedi. Partisinden hiç kimse “Benim de bir kişiliğim var, bu sözleri kaldıramam!” demedi, diyemedi.  

KURTULUŞ SAVAŞI ve 15 TEMMUZ: Bütün A Kal P’liler “15 temmuz, Kurtuluş Savaşı’ndan büyüktür.” diyor. Güler misin ağlar mısın, tarihini bilmeyen cahil kesimse bunu kabullenip üzerine konuşmalar yapıyor.

KADRAJ OYUNU: A Kal P'lilerin başkanı’nın önünde majestelerinin şövalyesi edasıyla eğildiği söylenen “Anayasa Mahkemesi Başkanı” olay medyaya yansıyınca “Kadraj oyunuyla manipülasyon” dedi. Belki haklıdır ama bugüne dek yaptıklarını bilenler "Keşke susmayı deneseydi." dediler.   

MAAŞ ZAMMI: Kamu görevlileri ve işçiler, enflasyonu bile karşılamayan refah paysız zamlarla süründürülürken “gık”ı çıkmayan Yargıtay Başkanı; adli yıl açılış konuşmasında ”Maalesef verilen sözler tutulmadı. Anayasa Mahkemesi üyeleriyle maaş farkımız adalete sığmaz.” dedi. Kamu görevlileri ve işçiler de kendisine hak (!) verip en iyi dilekleriyle selamladılar. Oysa adli yıl açılışı yerine, A Kal P'lilerin başkanıyla birlikte Rize'de çay toplarken ya da beraber gittikleri Kırşehir'deki Ahilik Haftası Kutlamaları'nda bu konuyu halledebilirlerdi. "Verilen sözler tutulmadı" dediğine göre, çabaları boşa gitmiş.

KUVVETLER AYRILIĞI BELİRGİNLEŞTİ: ”Danıştay'ın 149. Kuruluş Yıl Dönümü Programı”nda konuşan Danıştay Başkanı; yetkileri tek elde toplayan başkanlık sistemi referandumu için "16 Nisan 2017 tarihinde halk oylamasına sunulan ve kabul edilen değişiklikle anayasamızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi daha da belirgin hâle getirilmiştir." dedi. Der ya, memlekette saçmalama özgürlüğü de var. Tabii yalnızca iktidar yanlıları için… 

TELKİN TELEFON UYARI ALMADIM: A Kal P Başkanı’nın önünde, düğmesiz cübbesini iliklemeye çalışan Danıştay Başkanı, "Şundan emin olun ki, şimdiye kadar herhangi bir kararımızla ilgili en ufak bir telkin, telefon, uyarı almadım, almadık." dedikten sonra hızını alamayarak, tıpkı A Kal P sözcüsüymüş gibi Cumhuriyet Halk Partisi’ne çattı. Sebep, CHP’lilerin adalet istemesi…

YARGIMIZ ADİLDİR: Eski Adalet Bakanı, günümüzünse Başbakan Yardımcısı olan şahıs; Recep, Binali, Numan ve Mahir Beyler gibi tutulan her mikrofonun önünde konuşup ilginç şeyler söyler. Aynen eski başbakanlardan Ahmet Bey gibi… Son söyledikleri de şöyle: “Kim ne derse desin, Türk yargısı, AB ülkeleri yargısından da ABD yargısından da hem daha fazla hukuka bağlı ve hem de daha fazla adildir." 

MERTÇE SÖYLEYİN: Partisinin toplantısında konuşan A Kal P Başkanı, bir kez daha Avrupa ülkelerine çatarak, “Türkiye’yi AB’ye istemiyoruz diye mertçe söyleyin de bilelim!” dedi. Ne ölmemizi ne de sevinmemizi istemeyen bir iki kişi dışında, defalarca “Türkiye’yi Avrupa Birliği içinde görmek istemiyoruz.” diyen AB ve Avrupa Parlamentosu; yönetici, yetkili ve sorumluları, ayrıca üye ülke siyasetçileriyle halklarının neredeyse tamamı şaşırdı. 
  
SARİN GAZI: Birleşmiş Milletler, son olaydan tam 5 ay sonra “Suriye’deki kimyasal savaşın raporu”nu açıkladı. “Suriye uçakları defalarca sarin adlı kimyasal gazı kullanmış.”.  İlk atıldığı andan beri bilinen bu gerçeğin raporunu yazacak kalem ya da mürekkep bulamadılar herhâlde… Kim bilir kaç masum, bu rapor yayınlanmadığı için kullanımına devam edilen gazlar yüzünden öldü. Engelleyenler kimdi acaba?
O gazı satanlardan hangisi? ABD, Almanya, Belçika, Fransa, Holanda, İngiltere, Rusya’dan hangisi ya da hangileri? 

BİZDE GDO OLMAZ: Türkiye’de GDO konusunda yıllardır yalan söyleniyor. Hem de bakanlar, gıda mühendisleri, GDO lobilerine alet olan bilim insanı kimliğine bürünmüş kişiler ve bu işten para kazanan ticaret erbabı tarafından. Hatırlar mısınız? GDO’lu soya yüklü gemi Arjantin’den kalkmış, peşine düşen Greenpeace’i atlatma umuduyla birkaç limana uğrayarak şaşırtma yapmış ama tam da yükünü boşaltırken, deneyimli "Greenpeace"liler tarafından Mersin’de enselenmişti.
O dönemde Türkiye’nin en büyük gıda holdinglerinden birine geldiği söylenmiş ve sonrasında her şey sus pus olmuştu. Olayın ardından GDO’lu çikolata ve gofretler piyasada “elim sende” oynamış ama eski bayisi olan ünlü bir siyasetçi tarafından korunan o holding, tertemiz çıkmıştı.  

Sonrasında da GDO’lu pirinç, bakliyat, buğday, mısır gibi gıda maddeleri gündemimize girdi. Büyük ve küçükbaş hayvanlarla kümes hayvanlarının yemleri de GDO’luydu. Bu nedenle konu, yaşama saygı duyanların gündeminden hiç düşmedi. 

Sahneye konan son oyunlardan biri de GDO katkılı ekmekler…
Malum, GDO’lu ekmekler yakalanıncaya dek bizde GDO’lu hiçbir şey yoktu (!). Sonra ekmeklerle ilgili bir dalgalanma oldu ama sonuç, GDO lobileri açısından yine tatlıya bağlandı. Analiz sonuçlarına göre her şey normaldi (!). Yani, GDO katkılı ekmekleri yediğimiz hâlde GDO’lu ekmek yememiştik (!). 

Kullanımı Türkiye'de yasaklandıktan yıllar sonra Edirne ve Tekirdağ'da DDT kullanıldığına tanık olan biri olarak, resmî açıklamalara daima dikkatle yaklaşırım. Siyasiler, sağlığa zararlı konularda sıkışınca yönetmelikleri işaret ederler. Yönetmeliği takan kaç firma var acaba? Bunu iktidar bilmiyor mu? Adı üstünde, iktidar!.. Tabii ki bilecek. Onlar bildiğine göre içimiz rahat olmalı. Bir soru: GDO lobi ve kullanıcıları kime güveniyor, yönetmelikleri takmama gücünü kimden alıyor dersiniz? 

Erkek olan şimdi yolsuzluk yapsın!” çıkışıyla büyük bir gövde gösterisi yapan yeni Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı’nın emri altındaki Biyogüvenlik Kurulu, daha önce kullanımına izin verdiği GDO’lu soya ve mısırın bu kez de piyasaya arzına izin verdi. Ortalık, bu kararın, insanlığın belası Monsanto adlı ABD şirketinin isteğiyle alındığı söylentileriyle çalkalanıyor. 

BİZİM TAVUKLAR ARSLAN GİBİ: Belçikalı bir şirketin, bit, pire, kene gibi zararlıları yok etmek için kullanılan insan sağlığına zararlı fipronil adlı böcek ilacını, Dega-16 adındaki temizlik ürününe katarak satması sonucu çıkan zehirli yumurta krizine Türkiye’de dahil oldu. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, bu ilaç bizde 2008’den beri yasak dese de 28 üyeli AB’nin komisyon sözcülüğü “Yapılan incelemeler sonucunda; Güney Kıbrıs, Hırvatistan, Litvanya, Portekiz dışındaki 24 üyelerinin ve üyeleri olmayan ABD, Güney Afrika, Rusya ve Türkiye gibi 16 ülkede de fipronilli yumurta saptandığını açıkladı.”. 

Bizde ya hiç ya da yeterli araştırma yapılmadan hemen her şeye itiraz edilir. Önce bakanlar, sonra bilim insanı denen birileri, konuyla ilgili üreticiler ve o maddenin ticaretini yapanlar ekranları kaplar. “Radyasyona, melez tohuma, hormonlu kırmızı ete, hormonlu tavuğa, antibiyotikli yeme, zehirli toz şekere, GDO’lu gıdaya, Kızılırmak’tan alınıp şehir şebekesine basılan içme suyundaki ağır metallere ve kuş gribinin varlığına karşı çıktıkları gibi” kükreyerek “Yok!” derler. “Var!” diyen yabancılar ülkemize düşman, T.C. vatandaşlarıysa vatan haini ilan edilir.

Halkının ve insanların sağlığına önem veren Avrupa ülkeleriyse bu konuda, bakın neler yapar. Tüm gıda maddeleri sürekli ve düzenli olarak denetlenir. Fipronil de böyle saptandı. Hemen halka ve diğer ülkelere duyuruldu. Onların da tedbirli olması istendi. Çiftliklerde, toptancı depolarında, marketlerde, ihracat ve ithalat gümrüklerinde ne kadar yumurta varsa toplatılıp imha edildi. 150 çiftlik ilaçtan arındırılana kadar kapatıldı. Zararın milyarlarca avroyu bulduğu söyleniyor. 

İnsanımızın çoğunun konudan haberi bile yok. Haberi olanlardan bir kısmı, “var” diyenleri düşman ve hain ilan edenlere kanmışlar. Bense “siyasetçilere inancımı kaybettiğimden, gördüğüne bile şüpheyle yaklaşanların tarafında”yım. Ülkemizde fipronilli yumurta olmadığına tek şartla inanırım. AB komisyonu ve açıklamayı yapan sözcüler, tarafsız laboratuvarların yaptığı inceleme sonucu iftira atıldığının ispatlanacağı raporlarla uluslararası mahkemelerde dava edilirse… 

KAMUYA PERSONEL ALINACAK: Oy toplamayı gerektirecek her olayın yaklaştığı dönemlerde seçim ya da referandum sonrası “Kamuya personel alınacak, atanmayı bekleyen bilmem kaç bin öğretmen atanacak; işçi, memur ve emekliye seyyanen zam yapılacak, ikramiye verilecek” sözleri ayyuka çıkar. Bu günahın adı “umut tacirliği” değilse nedir? 

ÖĞRETMEN ATANACAK: Açıklama yapıldı: “2017-18 ders yılında 81.100 öğretmen açığımız var.”. Üstelik bu veriyi açıklayan da Millî Eğitim Bakanı… Millî Eğitim benim işim. Merak etmesin, yıllardır atanmayı bekleyen on binlerce öğretmen arasından yapacağım (!) tayinlerle bu açığı yarın kapatırım. 

SOYULMUŞ DOMATES: Malum dergi Akademya’yla Üsküdar Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Yürüyen Büyük Doğu: Büyük Doğu - İbda Külliyatında Kadın” sempozyumunda konuşan bir kadın, “Başları biraz açılmış, kabuğu soyulmuş domatesi kimse almak istemez.” demişti. Bu konuda tek söyleyeceğim şu: Kendisini ve hemcinslerini alınacak bir meta gibi gören birine ne diyebilirim ki…
Merak edenler "Domates Güzeli"ne sormalı.

DOMATES MÜJDESİ: Yorumsuz bir haberim var. “Rusya bu kış, Türkiye’den domates alacağını duyurdu.”. 

SEVGİLİMİZ YUNAN: Yunan'ı adalarımızın üstüne oturttukları yetmezmiş gibi; ikide bir ne denli Türk olduklarını, millî duygularının müthiş olduğunu ilan eden bir kısım insanımız, her fırsatta Türkiye düşmanlığı yapan Yunanistan'ı şimdi de turist olarak destekliyor. Atina ve tüm adalar Türk turistlerlerle kaynıyor.
Yunanistan çok memnun. Hem para kazanıp ekonomisini güçlendirerek yeni silahlar alıyor hem de Türkiye ve Türk düşmanlığını hiçbir engelle karşılaşmadan sürdürüyor. 

Televizyon kanallarımızda "Yunanistan'a gidin!" çağrılarıyla bu işin çığırtkanlığı yapılıyor. Konuştuğum insanlar "Ama çok ucuz, bizdeki gibi adam kazıklamıyorlar. Ama bizdeki gibi insanı döver gibi değil, adam gibi muamele ediyorlar." diye itiraz edip, savunma yapıyorlar. Haklılar! Haklılar da bizdeki o kötü hizmete neden talip olup o işletmelere gidiyorlar. "Köpek dövüldüğü yere gider!" sözüne neden katkıda bulunuyorlar. Paranızla rezil olmanız şart mı? Oralara gitmezseniz ölür müsünüz? Ne oralara gidin ne de Yunanistan'a... Bizimkileri terbiye etmek için bir iki yıl uzak dursanız olmaz mı? Gidecek başka yer mi yok? 

Sanki kulağıma "İşte onun için Yunanistan'a gidiyoruz." sözleri çalınır gibi oldu. İyi ama siz de hiç onur, millî duygu, vatan sevgisi yok mu? Topraklarınızı çalanları ihya ediyor, çaldıranlarıysa oylarınızla ülkemizin başımıza bela ediyorsunuz. 

SES VER: Sahi, 18 adamızla 1 kayalığımızı Yunanistan'a kim peşkeş çekti?
Savaş nedeni olan bu suçu işleyenlerin cezası idamdır.
Neden kimse sormuyor, ses çıkarmıyor?
Türkiye'de yaşayan insanlara neler oluyor?



  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN