Yeni Osmanlıcılık: Yanlış Aşk [Günay Tulun]



Aslında iki yazıdan ibaret bu mini dizinin adını "Osmanlıyı Tanımayan Yeni Osmanlıcılar" koymak daha gerçekçi olacaktı. Artık son yazıya geldiğime göre geç kaldım. "Yeni Osmanlıcılık: Trajikomik Hayal"de bıraktığım yerden devam ediyorum.

PADİŞAHLARIN HUZURSUZLUK SAÇAN GÜNAHKÂR UNVANLARI
Günümüz insanı kul olmaya bu kadar meraklı da hayranı oldukları o padişahlar bu tür günahlarda onlardan farklı mı? Değil tabii… Öyle çok unvanları var ki, yazmaya kalksam bıkıp okumazsınız. Benim için en ilginç, hatta korkutucu
olanları yazayım. “Halife-i rûy-i zemin” yani “Yeryüzünün halifesi”… “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” demek olan “Zıllullah-ı rûy-i zemin”... Bitmedi, “Zıllullahi fi’l-arzeyn” yani “Allah’ın iki dünyadaki gölgesi”... Korkunç unvanlardan birini daha yazayım; “Zıllullahi fi’l-âlem” yani “Allah’ın iki âlemdeki gölgesi”… Sahibu’s-seyf ve’l-kalem yani güç ve ilim sahibi anlamına gelen “kılıç ve kalem sahibi” ise en hafiflerinden biri…

Bu sapıkça vasıflandırmaları da Peygamber aleyhissalatu vesellem efendimizin, sahih olduğu oldukça şüphe taşıyan bir hadisine dayandırırlardı. Padişahlar, bu tanımlamalara hiçbir zaman itiraz etmemişler. Kalpleri belki kabullenmemiştir, bilemem! Durdurmaya çalışmamışlar ki, yüzyıllarca hem kullanmışlar hem de kullanılmış. Bu devirde bile Osmanlı hayranları arasından bu unvanlarla anılmaya meraklı hastalar çıkmakta… 

PADİŞAHLARIN KÖKENİ
Yüce Allah’ın; yeryüzündeki, iki dünyadaki, iki âlemdeki gölgesi olan padişahların kökenlerine de bakalım. Siz, annelerinin; haseki sultan, valide sultan ve benzeri anlatımlarla Türkleştirildiklerine bakmayın. Birkaçı hariç hepsi yabancıdır. 


Sultan Fatih’in Hüma Hatun adıyla bilinen, Osmanlıcılar tarafından üzerine Türklük yapıştırılan, aslında Sırp Kralı Curac Brankoviç’in kızı olan ve Hristiyan olarak doğup Selanik’deki bir manastırda Hristiyan olarak ölen gerçek annesi Mara Despina dahil, Osmanlı padişahlarının büyük kısmının annesi Türk değildir. Soy, “Lotus, Holifira, Holofira, Horofira, Nilüfer Hatun” adlarıyla tarihe geçen tekfur kızıyla Orhan Gazi’nin evlenmesi sonucu bozulmaya başlamıştır. Biz, Nilüfer Çayı’na adı verilen bu hanımı, yaptığı güzel, hayırlı ve değerli işler nedeniyle sayıp severiz ama şu anki konumuz hayır işleri değil, gerçekleri anlatmak... 

Hepimiz, Türk ve Müslüman olarak değil de başka millet ve dinden birilerinin çocuğu olarak doğabilirdik. Bize bu kaderi Yücelerin Yücesi Rabb’imiz armağan etti. Taraklarında hiçbir zaman bezimin olmadığı “kan ve kafatası milliyetçileri”ne şunu da hatırlatmak gerek. Sonraki padişahların da Orhan Gazi’yle aynı yolu izleyerek yabancılarla evlenmesi, Osmanlı hanedanındaki biyolojik Türklük olgusunu minimalize etmiştir. Bu tür, yani kan ve kafatası milliyetçiliği yapanlara önerim, Osmanlı hanedanından olanlar için ikide bir sokaklara fırlayıp da “Ecdat ecdat!” diye bağırmamalarıdır. O padişahlar, kendilerinden çok; Arnavut, Boşnak, Ceneviz, Ermeni, Gürcü, Kiklad, Leh, Roma yani Rum, Roman, Rus, Sırp, Ukrayna, Venedik, Yahudi, Yunan kökenlilerin ecdadıdır. Türk olarak kabul edilen Arap, Macar kökenlileri de unutmamak gerek. 

OSMANLI PADİŞAHLARININ AFFEDİLEMEZ CİNAYETLERİ
Cariyeden doğduğu için tahtı elden gidebilir korkusuyla babasının meşru eşi Âlime Hatun’dan doğan 18 aylık kardeşi Ahmed’i öldürten Fatih lakaplı II. Mehmed, “Devletin Bekası” yalanıyla yasa çıkararak kardeş katlini haklı hâle getirdi. Bu yasadan sonra, Osmanlı şehzadelerinin çocuklukları, genelde hep birlikte oturdukları salon gibi büyükçe bir odada, tabiri caizse hapiste geçti. Annelerin hepsi, kendi çocuğunu diğer annelerin işletebileceği cinayetten korumanın peşindeydi. İşte o annelerle o şehzadelerin, psikolojik açıdan sağlıklı olduklarını söylemek katmerli yalandır. 


Padişahlık şansının kendilerine göz kırpmaya başladığı andan itibaren “baba, kardeş, yeğen, kuzen; bebe, çocuk, ihtiyar” demeden kendilerine rakip olabilecek herkesi öldürten bu adamlar, aslında, II. Mehmed’in çirkin yasası gereğince kendilerini korumaktan öte bir şey yapmıyorlardı. Devletin değil, kendi bekalarının peşindeydiler. Her türlü hile, kalleşlik, sahtekârlık, vicdansızlık bunlardaydı. İçlerinde en kalleşi diğer cinayetlerinin yanında babasını da zehirleten Yavuz lakaplı Selim, 19 kardeşini babasının öldüğü gece bir çırpıda öldürterek kardeş katlinde zirve yapan III. Ahmed, bilinen anne katiliyse annesini işkenceyle öldürten IV. Murad’dı. 

Onu öldür, bunu öldür, ötekini öldür ondan sonra da cami yaptır, hayrat yaptır, vakıf kur ve gelecek nesillerin tarih bilmezleri tarafından “Cennetmekân” olarak anıl. Üstelik oralara harcadığın paralar devletin parası, babanın değil!

Bu kirli oyun, devletin kurucusu Osman Gazi’yle başlamış ve Fatih’in kanunnamesiyle de yasal hâle dönmüştü. Bu iğrenç katiller, gittikleri öte âlemde; öldürdükleri baba, anne, kardeş, amca, yeğen ve kuzenleriyle diğer masumların yüzüne bakabiliyorlar mı dersiniz? 

Peki Fatih’in “Nizam-ı Âlem” bahanesiyle yasal hâle getirdiği bu iğrenç hâl olmadan devlet yönetilemez miydi? Yönetilemez yalanının ardına sığınacaklar “Dört Halife” döneminin esaslarını öğrensinler. 

Bir söz de şu “cennetmekâncılar”a… Gaibi yalnızca Allah bildiğine göre siz kimsiniz ki, Allah’tan başka hiç kimsenin veremeyeceği bir makamı şu katiller sürüsündekilere veriyorsunuz. “Mekânı cennet olsun”la “cennetmekân” arasında günahla sevap arasındaki uçurum kadar fark var. Birincisi bir dua, bir dilektir. Kula özgü bir sözdür. İkincisiyse kesinlik ifade eder ve ancak Allah’ın takdiriyle gerçekleşir. Allah’a aittir. 
  
OSMANLIDA YALNIZ HANEDAN ÜYELERİ Mİ KATLEDİLDİ
Hanedan içinde gücü gücü yeteni öldürür ya da öldürtür desem “Yok onun nedeni şudur, hayır budur.” diye itirazlar başlar. “Öldürmüştür ama bir sor bak, acaba neden öldürmüş?”... İyi de Osmanlı padişahlarının eli, kandan hiç kurtulmamış ki? Yeter ki, canları çekmeye görsün. 


Osmanlıda; sadrazam, vezir, komutan olmak da hanedan üyeliği kadar tehlikeliymiş. İkbale kavuştuğunu sanarken, omzunun üstünde duran başını “Az önce buradaydı, nereye gitti?” diye arayan (!) çok kişi olmuş. Şair Nef’i bile bu akıbetten kurtulamamış. Yalnız onun, başı kesilmeden boğdurulduğu, sonra da çuvala konup saray bahçesinden denize atıldığı söylenir. Sevabına banyo yaptırmak istemişler zahir!.. 

BABÜSSELAMIN DİLİ OLSA DA KONUŞSA
“Topkapı Sarayı”nda, bugün saray alanına giriş yeri olarak kullanılan, Osmanlı dönemindeyse padişahın mutlak egemenlik alanına giriş yeri olarak kabul edilen bir kapı vardır. Bu kapıdan içeri adım atan kişi, yetkisi ne olursa olsun, anında sıradan kul hâline dönüşür. Padişahtan başka hiç kimsenin hiç kimseye emir veremediği, söz geçiremediği, yalnızca padişahın borusunun öttüğü alanın girişidir burası. Sanki başka yerler değilmiş gibi… Ortakapı ya da Babüsselam yani “Selam kapısı” anlamı taşıyan yapının her iki yanında, ona güzellik ve görkem katan iki kule bulunur. İşte o güzel kuleler, bazı padişah kulları için öteki âlemin selamlandığı kapıdır. Padişah alanına sıradan kullar girmediğinden, genel olarak kullanılan selamlama aracı, çevreyi kirletmeyen iptir. 


Osmanlı Padişahları için can aldırtmak, el yıkamak kadar basit olaydır. Sıra dışı kişiler genelde boğdurulur. Sıradanlarınsa boynu vurularak başı gövdesinden ayrılır. Sıkışınca askerin önüne atılan sadrazamlarsa umduğuyla değil, bulduğuyla dünyayı terk eder. Yani idam da edilebilir, boynu da vurulabilir. İçlerinde parça parça edileni bile var. Üst rütbeli saray adamına “Oh be, bugünde yırttık. Eve çoluk çocuğumun yanına gidiyorum.” diye için için sevinmek bile haram. Kulelerden çıkan biri parmak işaretiyle adamcağızı çağırır. Acaba o an içinden ne geçirir bilmem ama yolculuk eve değil, attadır. Sürgüne yollanmak da insanı kurtaramaz. Ölüm genelde gönderildiği yere ondan önce gidip, avının gelmesini bekler. 

SORUYORUM BANA DEĞİL KENDİNİZE CEVAP VERİN
Şimdi padişahlık isteyenlere, padişah âşıklılarına; padişah kulu olma özlemi içinde yanıp tutuşan, yazıp, çizip, konuşanlara ve tabii ki “Yeni Osmanlıcı”lara sormak gerek. Böyle bir ülkede yaşamak; padişah kulu olmak ister miydiniz? Hadi kulluğu geçtim; hanedan üyesi olmak ister miydiniz? Aradaki fark ne derseniz; birinin kanı kutsal (!) olduğundan yere damlamaması için iple boğduruluyor, diğerininse keyfe bağlı… Belki boğdurulur belki de ibreti âlem için kafası kesilip kanı şorlanır. Tabii ki o güne dek padişah keyfi ya da saray harcamalarını karşılamak için açılan savaşlardan birinde ölmemişsen. 


PADİŞAHLARIN BADELİ BUSESİ 
Osmanlıcılarda padişahlara toz kondurmama âdeti de var. Televizyonlardaki "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde padişahların gerçek hayatları ekranlara yansıyınca hemen ayağa kalktılar. Tam da o gün Süleyman Sultan dudak dudağa öpüşmüştü. Osmanlıcılar patladılar. Onlara göre padişahlar hayat boyu, at üstünde kılıç sallamış. O nedenle de kadınlarla böyle ahlaksızca işler yapmamışlar. Vah vah vah! Yani ortalıkta gezinen bunca çocuğu leylekler mi getirmiş? Bunlar hiç öpüşmemişler de mi insanın mahremiyle öpüşmesini ahlaksızlık olarak görüyorlar? Kafa yapılarına akıl sır erdirilemiyor. En iyisi erenlere sormalı. 


Padişahlar; elleriyle yazmışlar, şiirler döktürmüşler, güzel sun cam-ı cem demişler, bade demişler! Daha ne desinler? Adamlar "Şarap içiyorum!" diye ilan etmişler ama bizim Osmanlıcılara göre asla ve kat'a içmemişler. 

Bu acayipler, ilk rakı fabrikasının Osmanlı padişahları tarafından açıldığını da bilmezler. Varsa yoksa Atatürk! Varsa yoksa Atatürk'tür dertleri... İçki içermiş! Adamcağızın neden içtiğini de bilmez, konuşurlar. Cephelerde karda kışta, yağmurda soğukta toprak üstünde yatmaktan böbrekleri hastalanan bir insan 
o dönemin ağrı kesicisi olarak Osmanlı padişahları tarafından yaptırılan fabrikalarda üretilmiş rakıdan içmiş. Sancılar artınca ne yapmasını isterdiniz? Başınıza gelse ne yapardınız?  İçtiği de öyle uydurulduğu gibi fazla değil. En çok bir kadeh. Üstelik Osmanlı padişahlarının çoğu gibi galon galon şarap da değil... 

PADİŞAHLAR KLASİK BATI MÜZİĞİ TARZINDA BESTE BİLE YAPMIŞLAR
Osmanlıcılar, dinciler, kendilerini milliyetçi sananların büyük kısmı, Batı tarzında üretilmiş müziği sevmez. Hatta o müziğin günah ürettiğini, şeytanın işi olduğunu söyler. Bugün "Beşiktaş Stadı"nın bulunduğu yerin az ötesinde bir zamanlar bir opera binası vardı. O operanın bir  Osmanlı padişahı tarafından yaptırıldığını bilir misiniz?
Peki, Osmanlı padişahlarının "Klasik Batı Müziği" tarzında besteler yaptığını?
Bilmezsiniz tabii... Hem bilmez hem de ahkâm kesip insanların günahına girersiniz. Soruyorum: Siz ne işsiniz?


RESİM YAPAN PADİŞAH ve HALİFELERİ BİLMEZLER AMA BİLMİŞLİK TASLARLAR
Klasik Batı Müziği tarzında beste konusunu üst bölümde okudunuz. Bilmedikleri hâlde karga gibi gak gak edenler, kimi padişah ve halifenin şiir yazdığını kiminin şarkı bestelediğini kiminin de resim yaptığını bilmezler. Hem de ne resim! Modellerin hepsi cıbıl cıbıl! Porno filmden farksız. Seks filmi gibi, seks! 

Ben kimsenin günahıyla uğraşmam. Uğraşmam ama bu cahil, yalancı, iftiracı ve nifakçı takımlarının hayali kahraman yaratmasına, gerçekleri çarpıtmasına, insanları fikren zehirlemesine itiraz etmezsem vatandaşlık görevimi yapmamış olurum. 


Herkes hazır lop yemeğe alışmış, her şeyi ayağına bekliyor. Benden bir öneri,
o padişah ve halifelerin kim olduğunu da varın siz araştırın.


OSMANLIDA KAÇ PADİŞAH VAR
Yeni Osmanlıcılara sorarsanız, âşık oldukları bu devlette kaç padişah olduğunu bile söyleyemezler. Tabii ki birkaç istisna dışında… Onlar da “Osmanlı”da 36 padişah olduğu söylerler. 


Hadi, birlikte bakalım, acaba öyle mi?
1922 ila 1924 yılları arasında 3,5 ay halifelik yapan Abdülmecid’i bu sayının dışında bırakacağız. Çünkü padişah değil halifedir.

İki kez tahta çıkanları ve “iki padişah arasında padişahsız geçen süre” anlamı yüklenen “Fetret Devri”ni saymazsanız, bu 36 sayısını kabullenenler çıkabilir. Oysa, var olan bir şey yok sayılamaz. Sayılırsa buna yanlış denir.  Çünkü bu dönemde, Çelebi Mehmed’in diğer üç kardeşi de hükmetmiştir.  
Oldu mu size 39 hükümdar. İşin aslıysa 42’dir. 

Hesabı da birlikte yapmayı ister misiniz? 
Önce iki kez tahta çıkanları yazalım. Bunlar; II. Murad, II. Mehmed, I. Mustafa… Sonra da on bir yıl süren “Fetret Devri”ne gidelim…
Bu devirde hükümranlığını ilan edenleri de sayalım.
İsa Çelebi Timur’un beratıyla Bursa’da, Musa Çelebi yine Timur’un beratıyla Bursa’da sonra da “Rumeli Osmanlı hükümdarı” olarak Edirne’de,  Süleyman Çelebi Edirne’de, Mehmed Çelebi Timur’un beratıyla önce Amasya’da; sonra Amasya, Sivas, Tokat’ın bulunduğu tüm bölgede; ardından da Bursa’da “Anadolu Osmanlı hükümdarı” olarak, birtakım yer değişiklikleri ve savaşları kaybedip, kazandıktan sonraysa yani en sonunda tüm Osmanlı topraklarının hükümdarı I. Mehmed olarak... 


Bu dönemde de beratlı ya da beratsız olarak, birden çok kez başa geçip, hüküm süren dört kardeş var. Kâh emir kâh hükümdar olarak Osmanlı toprakları üzerinde hüküm sürmüşler. Bu iniş çıkışları tek olarak saysak bile listeye üç kişi daha ekleniyor ve liste 42’ye çıkıyor. “E canım onlara emir, bey, çelebi, hükümdar gibi unvanlar verilmiş, padişah değil” derseniz gülerim. O zaman Osman Bey'i de 36’lık listeden çıkarmak gerekir. Oldu mu size 35... Çünkü Osmanlı, Osman Gazi döneminde beyliktir. Beyliğin başındaki kişi de beydir. Padişah unvanı Osman Bey'in dördüncü kuşak torunlarından birine nasip olacaktır. Osman Bey'in hükmettiği alanı bahane eden varsa ona da cevabım var. “Fetret Devri”nde hükmedenlerin toprakları yanında çay bahçesi gibi kalır.  

36’cıların hesabının yanlış olmadığını söyleyen kaldı mı? 
Hâlâ varsa onlara bir şey daha hatırlatmam gerek. İlk sultan Orhan Bey'dir, ilk padişahsa kimine göre II. Mehmed yani Fatih kimine göreyse babası II. Murad... Doğrusu ise II. Murad... 

Hadi bakalım şimdi kaç padişah varmış diye parmak hesabı yapın. Hükümranlığın simge sözcüğü hükümdarlığı devre dışı bırakır da padişahlık sözcüğüne odaklanırsanız 36 sayısının yanından bile geçemezsiniz. Neden mi? II. Murad, bir hesaba göre tahta çıkan 6. işin doğrusu olan "Fetret"li hesaba göreyse 9. kişi... Gördünüz değil mi 36'cıların hesabı iyice şaştı.    

Osmanlı âşıklılarına şimdi soralım bakalım: 
Osmanlıda kaç Bey vardı? Orhan Bey sonradan sultan unvanını aldığı için yalnızca Osman Gazi... Yani 1!..
Osmanlıda kaç padişah vardı? 33!
Osmanlıda kaç hükümdar vardı? 42!.. 

Osmanlıda tahta çıkan insan sayısı kaç? 39! 

Anlaştık mı? 

BU YENİ OSMANLICILIK YAZISI DA NEREDEN ÇIKTI 
Önce Suriye sonra da Kuzey Irak meseleleri art arda patlak verince A Kal P'liler ve kendisinin Türk milliyetçisi olduğunu sanan bazı gruplar, savaş çığlıkları atmaya başladılar. Osmanlı çocuğuymuşlar da şöyle yaparlarmış da böyle yaparlarmış da... Dikkat edin, Türk değil Osmanlı çocuğu... 

Tam da bu işler gittikçe yayılırken sağ tandanslı, milliyetçi figürü saçan bir televizyonda, bu "Yeni Osmanlıcılar"a Osmanlı hakkında sorular sorup, verdikleri cevaplarla halkı eğlendiren bir program yapıldı. Hemen aynı günlerde bir hanım sanatçı tarafından yapılan eski bir program da yeniden ekranlara sürüldü. Çok güldük, çok eğlendik ama olay aslında çok düşündürücüydü. 

Yalnız saçma sapan cevap verenler değil, soruları sorarak eğlenen kişi de Osmanlıdan bihaberdi. Hatta hatta ekranları ve bilgisayarları başında kahkahalar atan birçok izleyici de... Ben de o konularla ilgili bilgi kırıntılarımı paylaşarak çevreye yararlı olmak istedim. 
İşte meselenin özü de amacı da bu...                                               
        
"SAVAŞMAYALIM MI YANİ?" DİYE ETRAFA KORKAKLIK TAŞI ATANLARA 
Yeni Osmanlıcılar savaşa çağırılsalar koşarak giderler mi bilmem ama "Bekâra hanım boşamak kolay!" sözüne paralel havadalar. Bense geçmişe bakıyorum da "Kıbrıs Savaşı" çıktığında günlerden cumartesiydi. Pazartesi olur olmaz, işe gitmeden önce Beşiktaş'taki askerlik şubesine uğramış, "Gönüllüyüm!" demiştim. Şu an ilk kez açıkladığım bu olayın verdiğine inandığım hak ve samimiyetle bugün de göreve çağırılsam hiç duraksamadan giderim. İşte bu inançla Suriye konusunda bazı önerilerde bulunmuştum. Sanırım, yapılan başka önerilerle birlikte güme gitti.  

Peki o öneriler neydi?
Hemen kısaca söyleyeyim: Bugün karşılıklı dostluk gösterilerinde bulunduğumuz Rusların havada ve denizlerde yaptığı tacizlere sessiz kalınmamalıydı. Suriyeliler silahsız uçağımızı düşürdüğünde anında cevap verilmeliydi. ABD'ye "YPG yerine benimle birlikte ol" konulu o alçaltıcı yalvarmalar yapılmamalıydı. Onların ve diğer müttefiklerimizin PKK ile YPG'nin silahlı eylem yapan kolu PYD'ye verdiği silahlar teslim anında vurulmalıydı. 
Haritaya bakanlar şu dediğimi anlayacaklardır: Afrin'e mutlaka girilmeliydi. 

Nasılsa gitmeyeceklerini bildikleri için televizyonlarda "Yani savaşmayalım mı?" diye mertlik figürü saçanları görünce kendimi tutamayıp gülüyorum.
Ülkemizin çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapalım. Barışsa barış, savaşsa tabii ki savaş. Üstelik benim fikrime göre geç bile kalındı, geç!
Keşke o figürcüler de ülkemizin sorunlarına katkı yapacak cesareti gösterebilse... 

Bu işler, düşmanımıza da ait de olsa saygı duyulması gereken bayrakların üstünde tepinmeye, onları "Beyazıt Meydanı"nda yakmaya benzemez. Fırtına çıkmadan önce kahramanları oynayıp esinti başlayınca buharlaşanları çok gördük! 

SON SÖZ
Bu "Yeni Osmanlıcı"lara günün modası hitap şekliyle sormak gerek. 


Ey, Yeni Osmanlıcılar!
18 büyük Türk adasıyla 1 adet Türk kayalığını hangi amaçla Yunan'a peşkeş çektiniz? Ne kazandınız? Bunun vatana ihanet demek olduğunu ve cezasının idam olduğunu bilmez misiniz? 

Ey, Yeni Osmanlıcılar! 
"Ulu handır, evliyadır" dediğiniz II. Abdülhamid'in izinden gittiğinizin farkındasınızdır. Bilinçli olarak hareket ettiğiniz aşikâr. Onun zamanında, neredeyse 2,5 Türkiye kadar toprak kaybedildi, hediye edildi, satıldı. Bilmemeniz imkânsız! Madem bile bile yapıyorsunuz, cezasının ölüm olduğunu da biliyorsunuzdur. 

Ey, Yeni Osmanlıcılar!
Cumhuriyet tarihimizdeki ilk toprak kaybının A Kal P Hükûmetleri zamanında gerçekleştiğini, onay veren herkesin yasalar önünde "Vatan Haini" olacağını da bilmektesiniz. 

O hâlde suçunuzun vatana ihanet, cezasının da idam olduğunun bilincindesiniz.  



Günay Tulun

  • ALINTI YAPMAK İÇİN

    • Yazarlarımızın makaleleri ve Sayın Günay Tulun'a ait şiirlerin, "Radyo-TV ile diğer basın ve yayın organlarında" yayım ilkesi: Önceden haber verme, eserin aslına sadık kalma, eser sahibiyle alıntının yapıldığı yer adlarını anlaşılır bir açıklıkla belirtmektir. Yayın öncesi bildirim imkânının bulunamadığı aniden gelişen durumlardaysa nezaket gereği, [sessizliginsesi.tr@gmail.com] adresine yayın sonrası bilgi gönderilmesini rica eder; tüm yayınlarınızın başarılı geçmesini dileriz.
  • ESER EKLEMEK İÇİN

    • "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm basılı ya da dijital yayın sayfalarında halkımızın geniş dünya ilgisine uygun olarak her türlü konuya yer verilmiştir. Yayınlanan fotoğrafların büyük bir kısmı "Kadim Okurlarımız" tarafından gönderilmiştir. Fotoğraf ve çizgi resimlerde "İlişkinlik-Telif Hakkı" konusunda tereddüt oluştuğunda bu eserleri yayından çekme hakkımız saklıdır. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"na ait tüm gazete, dergi, site, blog gibi yayın araçlarında yayınlanan makale ve diğer yazı türleriyle fotoğraf, resim, yorum gibi her türlü eserin; üçüncü şahıs, kurum ve kuruluşlara karşı her türlü sorumluluğu, bu eserlerin sahibi olan yazar, gönderici ve ekleyicilerine aittir. "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"nun yayın organlarına kayıt edilen ya da kaydedilmek üzere gönderilen eserlerin, telif hakları konusunda problemsiz olmaları önemli ve gereklidir. Yayın Kurulu, gönderilen eserleri yayınlamaktan vazgeçebileceği gibi, dilediği yayın organlarından birinde ya da hepsinde aynı anda ya da değişik zamanlarda yayınlayabilir, yayınlamak isteyen üçüncü şahıslara, tüzel kişiliklere ve kurumlara onay verebilir ya da onlar tarafından yayınlanmasını engelleyebilir. Yalnız şu unutulmamalıdır ki bu eserler, okura saygı kuralı gereği Türkçe kurallarına uygun olmalıdır. Yazılar yayınlandıktan sonra, yazar ya da ekleyicisi; istifa, uzaklaştırılma, çıkarılma dâhil herhangi bir nedenle yazı göndermesi sonlandırılmış olsa dahi "Sessizliğin Sesi Grubu"yla "Yazarlar ve Ozanlar Grubu Yayın Kurulları"nın oy birliği içeren onay kararı olmadan eserlerinin kayıtlarımızdan ihracını isteyemez, istediği takdirde bunun reddedileceğini en baştan bilmelidir. Gönderici ve yazarlarımızın bu konuya önceden dikkat etmeleri, ileride ihtilaf doğmaması için baştan eser göndermemeleri gerekmektedir. Yayın organlarımıza ekleme yapanlar, bu konudaki sorumluluklarını okumuş ve kabul etmiş sayılacaklardır. Uzun süre yazı göndermeyen ya da yazmayı bırakan köşe yazarlarımızın o güne kadar gönderdikleri tüm yazılar "Konuk Yazarlar" bölümüne aktarılarak yeniden yazı göndermeye başladığı güne kadar köşesi kapatılır. Köşeyi kapama ya da kapatılan köşeyi açıp açmama konusunda karar sahibi, "Sessizliğin Sesi Grubu" ile "Yazarlar ve Ozanlar Grubu"dur. İhtilaf durumunda, İstanbul'un Kadıköy Mahkemeleri yetkilidir.
  • YORUM YAZMAK İÇİN

    Sayın Okurlarımız: Yorumlarınızı; Grubumuza ait "Google, Yahoo, Mynet, Hotmail, TurTc " ve diğer posta adreslerimize göndermek yerine, "Yorum bölümü açık olan sitelerimiz"deki; yorum yazmak istediğiniz yazının alt kısmında yer alan "Yorum", "Yorum Yapın", "Yorum Yaz" veya "Yorum Gönder" tuşlarını kullanarak doğrudan kaydetme olanağınız bulunmaktadır. Yazacağınız yorumlarınızın; gecikmeksizin, anında yayına girmesini dilerseniz bu yolu tercih etmenizi, saygılarımızla öneririz.

TÜM SİTEYİ DİLDEN DİLE ÇEVİRMEK İÇİN, "DİLİ SEÇİN"İ TIKLAYIN